top of page

Çağdaş Felsefe’nin Işığında Organizasyonel Gelişim’e Katkı

Giriş


Bir tefekkür pratiği olarak şu soruları ortaya atmak istiyorum;


Bir “insan”, içinde bulunduğu “ortamdan” tam olarak nasıl ayrışır / ayırt edilir? Yani “toplumun” yahut içine doğduğumuz “kültürün” bittiği ve bir “birey” olarak insanın başladığı o “sınır” nerededir?


Sınır bedenimiz midir? Duygularımız mı? Yoksa zihnimiz mi?


Peki “benim” zihnimin bitip de “ötekinin” zihninin başladığı “o sınırı” “gösterebilir” misin?

Bedenden benliğe yani içe doğru gittikçe, ayrılıklar daha muğlak bir hale gelmez mi? Öyleyse öz benliklerimiz sabit nesnel kimlikler ya da nesnel varlıklar olmaktan su gibi akışkan, iç içe geçen, hatta paylaşılan bir yapıda mıdır? Bunun gündelik yaşamlarımız için anlamı nedir?


Aynı soru kainat için de geçerli; insan ve kainat ne anlamda “ayrı”dır? Ne anlamda “bir”dir?


Zeka sadece insana mı hastır? Zeka her şey ile paylaşılan ortak bir nitelik midir?

Her şeyin her şey ile ilişkili olduğu bir yaratılış düzeninde bir insanı veya bir olguyu gerçekten anlamak & analiz etmek mümkün müdür?


Bu açıdan bakınca kompleks organizasyonel olguları anlayıp dönüşüme tabi tutmak gerçekte ne demektir? Bu mümkün müdür?


Zihnim tam da bu soruların çevresinde dönerken, kendimi bu sefer Whitehead’in süreç felsefesiyle, Bateson’un ekolojik düşüncesiyle ve John Heron’un katılımcı epistemolojisiyle yeniden karşı karşıya buldum. Ve bu karşılaşma içimde yeniden bir yazı çağrısını doğurdu.

Yeniden diyorum, çünkü daha önce yine bu sorular beni Organizasyonel Gelişimin geleceğini düşünmeye ve “Diyalog Temelli OD” felsefesini tanıyıp, okuyuculara tanıtmaya itmişti. Şimdi biraz daha derine dalıyoruz.


Bu yazı, çağdaş felsefenin bu öncü düşünürleri ve tasavvufi yaklaşımlar aracılığıyla, organizasyonların sadece daha verimli değil, daha bilinçli, daha etik, daha bağlantılı bir yolda ilerleyebilmesine küçük bir katkı sunma niyetindedir.


Whitehead’in evreni sürekli bir “oluş” halinde gören bakışı, organizasyonları da sabit yapılardan çok yaşayan, dönüşen varlıklar olarak ele almamızı sağlıyor. Bateson’un zihin-ekoloji bağlantısı, liderlik ve karar süreçlerine bütüncül bir sezgi kazandırıyor. Heron ise bilginin sadece zihinsel değil, duygusal, bedensel ve sezgisel boyutlarını da içeren çok katmanlı doğasına dikkat çekiyor — ki bu, organizasyonel öğrenme ve gelişim teorileride için eksik kalmış bir alan.

 

Çünkü belki de artık gelişim, yalnızca büyümek, yetkinlikleri “arttırmak” değil; daha derin, daha ilişkisel ve daha canlı bir bakış açısına yer açmak demektir.

 

İnsanın Özerkliği ve Bağlantısallığı


“Bütün kainat insanda var olanın açılımından ibaret olur. İnsan kozmosun sırrı, kozmos ise insanın dışa vurumudur. Yani insan yaratılışın merkezindedir. Bu yaratılışın mütemadiliği ise ‘zaman’ denen bir gerçeği ortaya çıkarır.” (İbn Arabi – Zaman ve Kozmoloji, Muhammed Yusuf)

Sonda söyleyeceğimi hemen başta söyleyeyim;


kozmostaki bilinç merkezleri olarak insanlar hem özerktir hem de diğer insanlarla ve yaratılışın geri kalanıyla üretken ve dinamik iletişim ağıyla bağlantılıdır. “Gerçeklik” olarak deneyimlediğimiz dünya, kozmosun şimdi ve burada “verililiğini” ve insanın “yorumunu” ve “katılımını” içeren bir birlikte yaratımdır. (“co-creation”) İnsan, bu yaklaşımda “kendi kendini yaratan” kozmosun bir parçasıdır. Buna göre bağlantısallık dediğimiz şey ortaya çıkan birleştirici bir varlık alanında, “bilenin ve bilinenin farklı olduğu ancak ayrı olmadığı bir bilme yolu” olarak resmedilebilir.


Burada, dünyada, bu deneyim sahasında, özne nesnesi üzerinden kendini yeniden üretip durmaktadır. Nesne ile özneyi “ayrı” görmek zihnin çok  alıştığımız ve “pek de sorgulamadığımız” bir yorumundan ibarettir.


(Özne ve nesnenin bu iç içeliği / ayrımsızlığı düşüncesi, felsefenin & maneviyatın en önemli sorunlarından / tefekkür alanlarından biridir. Bu düşüncenin kozmolojik olarak da, felsefi olarak da, psikolojik olarak da yorumlanması oldukça kritiktir. Bu konuda daha detaylı inceleme yapmak isteyen, derine dalmak isteyen okurlara 2 tavsiyem var; bir tanesi M. Arthur Young’un The Reflexive Universe teorisini araştırmaları… Bu kozmoloji sahası… Diğeri ise Türk filozof & mutasavvıf Prof. Yalçın Koç’un kitaplarına ve özellikle de “maya” kavramına bir göz atmaları…)


Bu yaklaşım, insanı kozmosla ilişkili, yaratıcı ve katılımcı bir bilinç merkezi olarak konumlandırarak, modern dünyanın parçalı, mekanik ve çoğu zaman indirgemeci insan ve gerçeklik tasavvuruna derin bir alternatif sunar. Günümüzde çevresel krizler, toplumsal kutuplaşmalar ve kurumsal yabancılaşma gibi sorunlar, insanın yalnızlaşmış, kopuk ve nesnelleştirilmiş bir özne olarak konumlandırılmasının sonuçlarıdır. Oysa burada sunulan bakış, insanın yalnızca gözlemleyen değil, anlam yaratan, hisseden ve dönüşen bir özne olduğunu; bilginin sadece nesnelliğe değil, “her şey ile bağlantılı” olduğumuz bilincine erişmeye, yani katılıma, ilişkilenmeye ve bütüncül deneyime dayandığını savunur.


Bu bakış açısı, hem bireysel hem kolektif olarak sorumluluk almak ve yaşayan sistemlerle uyum içinde dönüşmek için güçlü bir felsefi zemin sunar. Yani dünyada her sergilenen eylemin bir “geri dönüşü” olduğu bilmemiz ve buna göre hareket etmemiz lazım!


“Kim güzel işler yaparsa, kendi lehine yapmış olur. Kim kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Sonra hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz. Rabbiniz hesap günü herkese adaletle hükmeder. Herkese yaptığının karşılığını tam olarak verir.” (Casiye, 15)

Nesne merkezli değil, ilişki merkezli bir varlık anlayışıyla, bilgi üretiminden liderliğe, eğitimden organizasyonel gelişime kadar her alanda daha etik, yaratıcı ve sürdürülebilir yaklaşımlar geliştirmemize imkan verir.


Diğer yandan bu bakış açısı, “analistin” veya “rehberin” de rolünü yeniden tanımlar: analist/rehber/danışman dediğimiz, işletme bilimci D. Schön’ün yerinde bir şekilde ifade ettiği gibi: “Artık bir sorun çözücü değil, bir sorun çerçeveleyicidir.” Sorunları etkili bir şekilde çerçeveleyebilen (yani çok boyutlu bir biçimde tanımlayabilen, bağlantılı olduğu diğer olgularla bütünleşik biçimde ele alabilen, problemlerin kök nedenine dair peşin & beylik sonuçlara varmaktansa her problemin içinde bulunduğu bünyeye pozitif hizmetini de gösterebilen vs.) profesyoneller, yüzeyde görünenin ötesine geçerek altta yatan dinamikleri anlayabilir ve bunlara yönelik stratejiler geliştirmeye başlayabilir.


Ben bu post-modern “danışman” kavramı biraz daha öteye taşıyorum ve gerçek değişimleri & organizasyonel dönüşümleri mümkün kılan “etken” faktörün “değişim lideri” ile değil “mayalayıcı” kavramı ile daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Yani istenen hedefleri (vizyonu vs.) bir tohum gibi ele almak, onu bir toprağa (insanların davranış kalıplarına, sistemlere, süreçlere vs.) ekmek, bu toprağı ekip biçmek ve ürün vermesini beklemek klasik & bildiğimiz yöntem. Bu “bahçıvanın” yöntemi idi… Ancak “maya” kavramı daha farklı; bir sütü mayalayarak yoğurda dönüştürmek nesnesiyle bir sürece girmek, bu sürecin kendisi olmak ve sürecin “birliği”ne dönüşmek demek…


Bu konuda daha uzun yazacağım…


Şimdi biz adım adım gidelim yine ve Whitehead’in süreç / oluş felsefesine ve OG’deki yansımalarına bakalım.

 

Alfred North Whitehead – Süreç Felsefesi (Process Philosophy)


A.N. Whitehead
A.N. Whitehead

20. yüzyılın başlarında yaşamış olan matematikçi ve filozof Alfred North Whitehead (1861–1947), özellikle Bertrand Russell ile birlikte yazdığı Principia Mathematica ile analitik felsefede tanınmış, fakat daha sonra metafizik ve ontolojiye yönelerek modern düşüncenin durağan, “maddeci” doğasını sorgulamaya başlamıştır.


En etkili eseri olan “Process and Reality” (1929), hem klasik felsefeye bir meydan okuma hem de doğa bilimlerinin kavrayamadığı oluşsal gerçekliğe dair radikal bir yaklaşım olarak görülmüştür.


“Deneyim, yalnızca bilinçli varlığın bir nesneyi deneyimlemesine indirgenemez. Aktüel dünya, varlıkların özne‑nesne ikiliği üzerinden işlediği bir dünya değildir; o, her aktüel varlığın birbirini deneyimlemeye açık olduğu oluş süreçlerinden meydana gelir.” (Süreç ve Gerçeklik, A.N. Whitehead)

Bu alıntıda Whitehead, deneyimin pasif bir “özne dışarıdan nesneye bakar” durumu olmadığını; aksine her “aktüel varlığın” sürekli karşı koyma ve yeniden yapılanma süreci içinde olduğunu vurgular.


Whitehead’in amacı, evreni sabit nesneler değil, ilişkisel süreçler ve sürekli oluş üzerinden tanımlamaktır. Whitehead’in temel iddiası şudur: Evren sabit nesnelerden değil, sürekli oluş ve değişim içindeki ilişkisel olaylardan oluşur. Bu, klasik felsefenin “öz” (substance) temelli düşüncesine karşı bir yaklaşımdır. Geleneksel düşünce, varlığı “değişmeyen şeyler” olarak tanımlar. Oysa Whitehead’e göre, gerçeklik akış, etkileşim ve yaratımdır. Yani dünyada “şeyler” değil, “olaylar”, “süreçler” ve “deneyimler” vardır.


“Her aktüel varlık bir diğerini deneyimlemeye yönelik bir potansiyel barındırır ve bu da aktüel varlıkların bir aradalığı anlamına gelen nexus (bağlantı noktası) düzlemi içerisinde mümkündür. Nexus, biri toplumsal diğeri toplumsal‑olmayan iki eğilim taşır ve toplumsal eğilimleri içerisinde aktüel varlıklar bir toplumun bireyleri gibi kimi ortak yanlar ile örgütlenerek toplumlar oluştururlar ya da yeni bir örgütlenme için varolanı dağıtarak süregiden kaosa katılırlar.” (Süreç ve Gerçeklik, A.N. Whitehead)

Burada Whitehead, bireylerin veya “bireylerin”, yalnızca kendilerine özgü değil, aynı zamanda toplumsal etkileşim içinde olduklarını, bu etkileşimin bazen bir aradalık, bazen ise kaotik yeniden düzenlemeler ortaya çıkardığını ifade eder.

 

Kilit Kavramlar:


Actual Occasions – Aktüel Olaylar

Whitehead’in evreni “yapan” temel birimi "şey" değil, aktüel/gerçekleşmiş olaydır. Her bir olay, kendisinden önce gelen olayların etkilerini alır, onları bir araya getirir ve yeni bir olay yaratır. Bu tıpkı bir anın oluşup kaybolması ve sonrakine zemin hazırlaması gibidir. Her bir “actual occasion”, hem kendine özgü bir deneyimdir, hem de evrendeki diğer her şeyle ilişki içindedir. “O, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarandır.” (En’am, 95) “Geceyi gündüze, gündüzü geceye katar…” (Al-i İmran, 27)


Güncel Örnek:

Sabah işe giderken yolda karşılaştığın bir arkadaşla ayaküstü konuşmak, o günkü ruh halini ve hatta aldığın kararları etkiler — bu kısa karşılaşma, bir “aktüel olay”dır, senin ve iletişime geçeceğin (ve belki de geçmeyeceğin) herkesin hikayesine katılır.


Prehension – Yakalayış / Kavrayış

Bir olay, geçmişteki olayları “yakalar” (prehend) yani onları kendi varoluşuna katar.Bu süreç; bilgi, his, enerji ya da örüntü düzeyinde olabilir. Her olay, geçmişin etkilerini alır, kendine özgü bir sentez oluşturur ve geleceğe katkı yapar. Prehension, doğadaki ilişkisel yapının temelidir. Hiçbir varlık, diğerlerinden tamamen bağımsız değildir. “Her şeyi sudan yarattık”… (Enbiya, 30)


Güncel Örnek:

Yeni bir olay, geçmişte yaşanan deneyimleri “içine alır” ve onlardan beslenerek şekillenir.Örneğin daha önce başarısızlığa uğrayan bir sunum deneyimi, senin bu sefer daha sade bir slayt tasarımı tercih etmene yol açar; geçmiş deneyimin, bugünkü kararının yapıtaşı olur.


Creativity – Yaratıcılık

Evrenin işleyişinde en temel güç yaratıcılıktır. Yaratıcılık, her olayın geçmişten aldığı etkileri özgün şekilde birleştirerek yeni bir şey doğurması anlamına gelir. Bu nedenle evren “mekanik bir tekrar” değil, her an yeniden kendini yaratan bir akıştır. “O her an bir şendedir…” (Rahman, 29)


Güncel Örnek:

Şirket içi bir beyin fırtınasında, farklı departmanlardan gelen fikirleri harmanlayarak hiç düşünülmemiş bir pazarlama kampanyası oluşturmak, süreç boyunca yaratıcılığın somut örneğidir.


God – Dipolar Tanrı

Whitehead Tanrı'yı hem felsefi hem metafizik bir varlık olarak ele alır. Tanrı’nın iki yönü vardır: Potansiyelleri barındıran yönü (Primordial Nature): Evrenin yaratıcı olanaklarını ve ideal formlarını içerir. Gerçekleşmeleri toplayan yönü (Consequent Nature): Her şeyin olup bitmiş hallerini, tüm deneyimlerin toplamını taşır. Bu anlayışta Tanrı, durağan bir varlık değil, sürece katılan bir yaratıcılık alanıdır. “O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid, 3)


Güncel Örnek:

Bir sanatçının zihnindeki fikir evreni (potansiyeller) ve yaptığı her çizimin arşivi (gerçekleşmişler) birlikte onun “yaratıcı doğasını” oluşturur — Whitehead’in Tanrı anlayışı da buna benzer şekilde çift yönlüdür. “Kah çıkarım gökyüzüne eyrederim alemi (potansiyeller), kah inerim yer yüzüne seyreder alem beni (aktüeller)…” (Seyyid Nesimi)


Internal Relations – İçsel İlişkiler

Whitehead’e göre her varlık diğerleriyle ilişkisi içinde vardır. Yani bir şeyin “ne olduğu”, yalnızca kendi içinde değil, başkalarıyla olan ilişkileriyle anlaşılır. Bu anlayış, bireyciliğe karşı ilişkisel bir ontoloji önerir. “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 1)


Güncel Örnek:

Bir ekip üyesinin başarısı, sadece bireysel yetkinlikleriyle değil, takım arkadaşlarıyla kurduğu güvene dayalı iletişim ve iş birliğiyle ölçülür—kimliği, ilişkiler ağının bir parçası olarak ortaya çıkar.

 

Özetle Whitehead’in süreç felsefesi: Ekolojik düşünce, transdisipliner bilim, organizasyon teorileri, teoloji, transpersonal psikoloji ve eğitim felsefesi ve organizasyonel Gelişim gibi birçok alanda yeniden keşfedilmektedir. Özellikle modernliğin “mekanik evren” görüşünden uzaklaşıp, yaşamı bir bütün olarak, ilişkisel ve yaratıcı biçimde kavrama çabalarında Whitehead’in düşüncesi çok güçlü bir zemin sunar.


  • Doğayı anlamada: Evren durağan nesnelerle değil, sürekli değişen, etkileşen, duyarlılıkla örülmüş bir yapıdır.

  • İnsan deneyimi açısından: İnsan yalnızca biyolojik değil; duygusal, zihinsel, ilişkisel süreçlerin bir örüntüsüdür. Her birey, çevresiyle birlikte bir “olay” gibidir.

  • Etik ve sorumluluk açısından: Eğer her şey birbirine bağlıysa, eylemlerimizin etkisi sadece bize değil, başkalarına ve dünyaya da yansır. Bu, daha duyarlı, bütüncül ve sorumlu bir yaşam anlayışı sunar.

 

“Bir aktüel varlığın nasıl (How) oluştuğu onun ne (What) olduğunu belirler; bu yüzden bir aktüel varlığın iki tanımı birbirinden bağımsız değildir. Onun ‘varlığı’ (being) ‘oluşu’ (becoming) yoluyla kurulur. Bu, süreç ilkesidir.” (A.N. Whitehead)

 

Whitehead’in Süreç Felsefesinin OG Açısından Temel Katkıları


Whitehead’in süreç felsefesi, organizasyonel gelişim (OG) alanı için oldukça güçlü ve dönüştürücü bir zihin haritası sunar. Özellikle OG’nin klasik “sistem kur, uygulamaya geçir” mantığını aşmak isteyen; daha ilişkisel, yaşayan, duyarlı ve kendini dönüştürebilen organizasyonlar kurmak isteyenler için Whitehead’in fikirleri oldukça ilham vericidir.

 

1. Organizasyonlar “şey” değil, süreçtir


Whitehead: “Gerçeklik nesneler değil, olaylar ve süreçlerdir.” Bu bakış açısı, organizasyonları durağan yapılar, “departmanlar”, “roller” ya da “hiyerarşiler” olarak görmek yerine, etkileşimlerin, kararların, değerlerin, duyguların ve ilişkilerin akışı olarak görmemizi sağlar.


Uygulama:

Organizasyonel gelişim danışmanlığı bu anlayışla bir “program ve uygulama tasarım işi” olmaktan çıkar, bir “yaşam ağına müdahil olma sanatı” haline gelir. Süreç odaklılık, organizasyonun canlı, sürekli evrilen bir ekosistem olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Bu anlamda farklı analizler yapabilmek için “Organizational Netwok Analysis” / Organizasyonel Ağ Analizi kavramına ve uygulama örneklerine bir bakın derim…)


2.  İlişkisel Ontoloji: Organizasyon bir ilişkiler ağıdır

Whitehead’in “internal relations” kavramı, organizasyonlardaki her bir aktörün (insanlar, roller, birimler) ancak birbirleriyle kurdukları ilişkiler içinde anlam kazandığını söyler.


Uygulama:

Bireysel performans ölçümünden çok ilişki kalitesi, takım sinerjisi, psikolojik güven, iletişim örüntüleri gibi kavramlar ön plana çıkar. OG çalışmaları, “tek tek gelişen bireyler” yerine, “birlikte dönüşen sistemler” yaratmaya yönelir. Bu anlamda “Bireysel Performans Yönetimi” yerine “Takım Dinamikleri Koçluğu” kavramını bir irdeleyin derim. (Elbette kısa vadede tam bir alternatif olarak değil, tamamlayıcı olarak…)


3. Her an yaratıcı bir oluşumdur: Değişim, evrenin doğasıdır

Whitehead’in evren görüşü statik değil sürekli yaratım (creativity) halindedir. Her olay, geçmişin etkilerini özgün biçimde sentezleyerek geleceğe yeni bir şey bırakır.


Uygulama:

Değişim “proje” değil, organizasyonun doğasının bir parçası olarak görülmelidir. OG uzmanı, bir “değişim yöneticisi” değil, organizasyonun içinde birlikte “oluşan” bir varlık olur. Adaptasyon değil, yaratıcılıkla birlikte evrimleşme esastır. Bu anlamda “fasilitasyon” kavramına bir bakın derim. Ayrıca Diyalog Temelli OG kavramına da… (Ki bununla ilgili bir makalemiz web sitesinde bulunabilir).


4. Bilgi sadece ölçülen değil, hissedilen, yaşanan bir şeydir

Whitehead, gerçekliğin yalnızca fiziksel ya da zihinsel değil, duyusal, estetik ve sezgisel boyutlar taşıdığını savunur. Bu, organizasyonel gelişimin salt KPI, skor kart ya da veriye indirgenemeyeceğini, duygusal zekanın da kritik olduğunu gösterir.


Uygulama:

KPI’lar, sayılar vs. ile değil “anlatı” / “narrative” temelli gelişim / performans ölçümleme, mesajları hikayeleştirme, toplantıları oyunlaştırma, “duyguları” ve “anlamı” konuşma kolektifleri / atölyeleri vs…


5. Dönüşüm, sadece yapısal değil, varoluşsaldır

Whitehead’e göre bir olay, sadece dışsal koşulların değil, içsel bir duyumsamanın da ürünüdür. Bu, organizasyonel dönüşümün yalnızca yapıların ya da süreçlerin değil, kültürün, bilinç seviyesinin, kolektif niyetin dönüşümünü de içermesi gerektiği anlamına gelir.


Uygulama: 

Değerler temelli liderlik, amaç temelli strateji geliştirme, “kurumun ruhu/arketipi” ile çalışmak, kültürel dönüşüm vs. konularının artan önemi…

 

Sonuç: Süreç Felsefesi, Organizasyonları “Canlı Sistemler” Olarak Görmemizi Sağlar


Whitehead’in süreç felsefesi, organizasyonel gelişimi daha derinlikli, ilişkisel ve ruh taşıyan bir disiplin haline getirir. Bu felsefe, OG uygulayıcılarını sadece “iyileştirici” değil, aynı zamanda oluşa eşlik eden sezgisel rehberler haline getirir. Eğer bu yaklaşımı pratiğe dökmek istersen, organizasyon içinde “olayları dinlemek”, “anlam üretimi süreçlerine alan açmak”, “yaratıcı kopuşlar” ve “kültürel geçiş anları” gibi kavramlarla çalışmak mümkün olur.

Not: Bu kavramların peşine düşmeyi, araştırmayı bu noktada okura bırakıyorum.

Bu yazının devamı ve tam bir uygulama metodoloji örneği görmek isteyenleri “Diyalog Temelli OD: Post Modern İK'cılık” isimli makaleye göz atmaya davet ediyorum.  > https://www.consciousbusinessturkey.com/post/diyalog-temelli-od-organizasyonel-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm-biliminin-gelece%C4%9Fi 

 

Gregory Bateson – Sibernetik Epistemoloji (Cybernetic Epistemology)


Gregory Bateson
Gregory Bateson

Gregory Bateson (1904–1980), bir antropolog, biyolog, dilbilimci, psikolog ve etkili bir düşünürdür. (Yani bir polimat diyelim…) Disiplinlerarası düşünebilme becerisi sayesinde sistem teorisi, ekoloji, psikoterapi, iletişim kuramı ve epistemolojiye büyük katkılarda bulunmuştur. En bilinen eserleri: Steps to an Ecology of Mind (Zihnin Ekolojisine Doğru) ve Mind and Nature: A Necessary Unity (Zihin ve Doğa: Kaçınılmaz Birlik) adlı çalışmalarıdır. Bateson, sibernetik ekoloji denen felsefi yaklaşımının kurucusudur.


İlk defa duyanlar için öncelikle “sibernetik nedir?” ile başlayalım. Sibernetik (cybernetics), 1940’larda Norbert Wiener tarafından geliştirilmiş bir bilim alanıdır. Kısaca: “Karmaşık sistemlerde geri bildirim, denge ve iletişim süreçlerini inceleyen disiplin” olarak tanımlanabilir. Örneğin, termostat gibi bir sistem, ortamın sıcaklığını algılar (geri bildirim) ve ona göre kendini ayarlar.


Bateson, sibernetiği sadece makineler için değil, yaşamın kendisini, zihinleri, toplulukları ve kültürleri anlamak için genişletmiştir. Ona göre: “Bilgi, yalnızca bir şeyi bilmek değil, o bilginin üretildiği sistemin doğasını da bilmektir.” Dolayısıyla Bateson’un epistemolojisi, nasıl bildiğimizi bilmek üzerine kuruludur. Hani organizasyonlarda çokca kullanılıyor ya bugün “öğrenmeyi öğrenmek” diye… İşte Bateson bunun düşünce babalarından biri…


“İlim ilim bilmektir”. (Yunus Emre)

Bateson, özellikle "zihnin doğası" üzerine düşünceleriyle tanınır. Onun yaklaşımı, bireyin, toplumun ve doğanın birbirinden ayrı değil, aynı “yaşam çiçeği” gibi iç içe geçmiş sistemler olduğuna dayanır. Bateson’un derdi, bu iç içe geçmiş sistemlerin desenlerini, iletişim kalıplarını ve öğrenme döngülerini anlamak ve dönüştürmektir.


Şu alttaki alıntıyı dikkatle okumanızı ve buradaki mesajın gücünü hissetmenizi tavsiye ederim.


“Bateson’un zihni incelerken ortaya koyduğu ve “sibernetik epistemoloji” olarak adlandırdığı yaklaşıma göre, bireysel zihinler sadece bedenin doğal bir parçası değil, aynı zamanda bedenin dışındaki iletişim yollarından ve mesajlardan oluşan sistemin de doğal bir parçasıdır. Bireysel zihin, daha büyük bir Zihnin alt sistemi olarak varolur. Sözkonusu büyük Zihinse, karşılıklı bağlantılardan oluşan toplumsal sistemin ve gezegen ekolojisinin bir parçasıdır. Freud pskolojisinin zihin kavramını bedendeki iletişim sistemini (kalp kaslarının hareketi ve solunum gibi iradeye bağlı olmayan süreçleri, alışkanlıkları ve bilinçaltını) içerecek şekilde içe doğru genişletmesine benzer şekilde, Bateson da zihni dışa doğru genişletiyordu. Bu da, kişileri zihnin daha büyük bir bütünlüğün parçası olduğunu bilmekten kaynaklanan değer ve mutluluk duygusuyla dengelenmiş bir alçakgönüllülüğe ulaştırabilirdi. Bateson’a göre insan büyük Zihni sadece kendisine özgü olarak görürse, geri kalan tüm varlıkları zihinsellikten yoksun olarak görür, kendisinden ayrı ve bağıntısız olarak algılar ve etik değer vermeye layık görmez, böylece tüm diğer varlıklar sömürülebilir. Bu bakış açısına göre, Darwin’in sözünü ettiği doğal seçilimde “hayatta kalan birim”, diğer türlerden, ırklardan veya sosyal gruplardan oluşan çevreye karşı sadece belirli bir grup insan ve türdeşleri olacaktır. Eğer bakış açınız böyleyken bir de elinizde güçlü teknolojik araçlar varsa, aslında hayatta kalma şansınız olamaz. Ya düşmanca tutumunuzun zehirli “yan ürünleri” yüzünden ya da nüfus fazlalığından ve kıtlıktan ölürsünüz. Bu yüzden “çevreye karşı hayatta kalan birim” anlayışı, “çevresi ile birlikte hayatta kalan birim” anlayışıyla yer değiştirmelidir. ”

 

Kilit Kavramlar:


Fark Yaratabilen Fark (Difference that Makes a Difference)

Bateson’a göre bilgi, sadece nicel bir veri değil, bir bağlam içinde anlamlı etki yaratan farkların fark edilmesidir. Bu “fark”, bir sistemin başka bir parçasında bir değişikliğe yol açıyorsa, “bilgi” haline gelir. Ana doktrin şu: “Bilgi, fark yaratabilen farktır.” Bu yaklaşımda farklar, nesneler arasında değil, ilişkiler içinde oluşur.  Farkı yaratan fark, kişinin o olguyu kendi zihninde nasıl temsil ettiğinden doğar. Bilgi sadece dışsal bir fark değil -onu zihinde nasıl temsil ettiğiniz, hangi anlamı yüklediğiniz- ile ilişkili “içsel” ve “fark yaratan” unsurdur. “Rabbimiz! Sen bunları ‘boş yere’ yaratmadın”… (Al-i İmran, 191)


Güncel örnek:

Bir sosyal medya algoritması, kullanıcıların küçük davranış değişimlerini fark ederek içerik akışını kişiselleştirir. Bu farkı fark eden sistemler, kullanıcı deneyimini yönlendirir. Bilgi, sadece bilgi akışı değil, etki ve değişim üretirse anlam ortaya çıkar.


Zihnin Ekolojisi (Ecology of Mind)

Bateson’un en özgün kavramlarından biridir. Zihin, yalnızca bireyin içinde değil, canlılarla çevreleri arasındaki ilişkiler ağında ortaya çıkar. “Zihin, organizma ile çevresi arasındaki ilişkilerin örüntülerinde işler.” Bu yaklaşımda zihin; doğa, kültür, beden, ritüel, dil ve bağlam gibi unsurlarla ekolojik bir bütün oluşturur. “Görmez misin ki, göklerde olanlar, yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, yeryüzünde hareket eden bütün canlılar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedir.” (Hac, 18)


Güncel örnek:

Bir ormanın ekosisteminde mantarların ve ağaçların kökleri aracılığıyla iletişim kurduğu “Wood Wide Web” keşfi, zihinsel faaliyetlerin sadece hayvanlara özgü değil, tüm canlılar arasında ilişkisel olarak var olduğunu gösteriyor. Bu, Bateson’un zihnin ekolojik doğasına örnektir.


Sibernetik Epistemoloji (Cybernetic Epistemology)

Bateson, bilginin nasıl üretildiğini yalnızca içerik düzeyinde değil, sistemler düzeyinde, özellikle de geri bildirim döngüleri üzerinden ele alır. Birinci-derece sibernetik: sistemi dışarıdan gözlemlemek iken, ikinci-derece sibernetik: gözlemcinin de sistemin parçası olduğunu kabul etmek demektir. Doktrin şu: “Sistem yalnızca izlenemez; gözlemci de sistemin bir parçasıdır…” Bu düşünce, doğrusal nedenselliğe değil, döngüsel nedenselliğe dayanır.


Güncel örnek:

Yapay zeka sistemlerinde, modelin çıktısı, yeni verileri nasıl topladığımızı da etkiliyor. Böylece model yalnızca öğrenmiyor, bizim öğrenme biçimimizi de değiştiriyor. Bu, ikinci-derece sibernetik düşüncenin doğrudan bir uygulamasıdır.


Dağıtık Akıl (Distributed Mind)

Zihin, merkezi bir yerde (örneğin beyin) “bulunmaz”; Bateson’a göre zihin, farklı öğeler arasındaki etkileşimsel örüntülerde dağılmış şekilde ortaya çıkar. “Zihin, tek bir kafanın içinde sınırlanamaz.” Bu görüş, çağdaş “dağıtık biliş” (distributed cognition) ve “kolektif zeka” kavramlarının öncüsüdür. “Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca hiçbir varlık Rabbinizden uzak (ve örtülü) kalmaz. Bundan daha küçüğü de daha büyüğü de yok ki, o açık kitapta (yazılı) olmasın.” (Yunus, 61)


Güncel örnek:

Wikipedia gibi çevrimiçi ansiklopedilerde içerik, merkezi bir otorite tarafından değil, yüz binlerce kullanıcının etkileşimiyle ortaya çıkar. Bilgi, bireylerde değil, ilişkilerde oluşur — bu “dağıtık akıl”a dair bir örnektir.


Öğrenme Düzeyleri (Levels of Learning)

Bateson, öğrenmeyi yalnızca davranış değişimi olarak görmez; öğrenmenin yapısının da öğrenilebileceğini söyler.


  • 0. Seviye: Tepki – öğrenme yok

  • 1. Seviye: Davranış değişikliği

  • 2. Seviye: Öğrenme kalıplarında değişim

  • 3. Seviye: Kimlik, varoluş ve anlam düzeyinde öğrenme


Bu yaklaşım, özellikle karmaşık adaptasyon süreçlerini anlamada eşsizdir. “Göklerin ve yerin melekutu hakkında düşünmezler mi?” (Araf, 185)


Güncel örnek:

İklim kriziyle ilgili farkındalık eğitimi, bireylere geri dönüşüm öğretmekle sınırlı kalırsa bu yalnızca 1. seviye öğrenmedir. Ancak tüketim kalıplarının, yaşam tarzının ve değerlerin değişimi 2. ve 3. seviye öğrenmeyi içerir.


Çifte Bağ (Double Bind)

Kişi, çelişkili iki mesaj alır ve hiçbirini göz ardı edemezse sistemsel bir açmaz doğar. Bu kavram, özellikle aile sistemleri ve otorite ilişkilerinde kullanılsa da organizasyonel yapılarda da sıklıkla görülür: “Yenilik yap ama hata yapma!” gibi mesajlar çiftli bağ örnekleridir. “Şayet o, Allah’tan başkasının sözü olsaydı, elbette onda pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.” (Nisa, 82)


Güncel örnek:

“Spontane ol” söylemini bir düşünün… Spontane olmak doğası gereği birinin söylemine tabi olarak değil içimizden geldiği gibi ve içimizden geldiği için olabilecek bir tutum, dolayısıyla bu söylem aslında bir tür oksimoron / çelişik ifade olarak rotaya çıkıyor.


Özetle Gregory Bateson’un sibernetik epistemolojiye dayalı sistem kuramı bize yalnızca bir düşünme biçimi değil, aynı zamanda karmaşık dünyaları anlamak, ilişkilere bakmak ve dönüşüm yaratmak için güçlü bir araç takımı sunar. Bu yaklaşım aşağıda görülebileceği gibi bir çok alanda kullanılabilir ve de kullanılıyor.


  • Organizasyonel Gelişim & Liderlik

  • Eğitim & Pedagoji

  • Psikoterapi & Sistemik Aile Terapisi

  • Ekoloji & Sürdürülebilirlik

  • Yapay Zeka ve Sistem Tasarımı

 

“Eğer ki Tanrı’yı doğanın ötesine yerleştirirseniz, yarattıkları ile kendisi arasına bir set çekerseniz ve kendinizi de Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmış addederseniz, bu mantıkla kendinizi de doğal olarak çevrenizdeki her varlığın dışında ve karşısında görürsünüz. Ve aklın tümünü haksızca sadece kendinize atfettiğinizden dolayı, çevrenizdeki tüm dünyayı akılsız görürsünüz ve böylece etik ve ahlaki değerlendirmeye hakları olmadığını varsayarsınız. Çevre sizin onu sömürmeniz için yaratılmış gibi gözükmeye başlar. Varlığını sürdürmeye dikkat ettiğiniz birim sadece siz, sizin ahaliniz ya da size benzeyenler olur; karşınıza çevreyi, diğer toplumsal birimleri, diğer ırkları, hayvanları ve bitkileri alırsınız. Eğer ki doğayla ilişkinizi böyle varsayarsanız ve de gelişmiş bir teknolojiniz varsa, hayatta kalma olasılığınız cehennemdeki bir kartopundan farksız olacaktır…. Kendimiz ve çevremizdeki insanlar hakkındaki tüm düşünme biçimlerini yeniden düzenlememiz gerek. Bu komik değil ve daha ne kadar zamanımız kaldığını bilmiyorum. Bugün için belki de en önemli mesele, yeni düşünme şekilleri geliştirmekten geçiyor.” (Bateson)

 

Bateson'un Fikirlerinin Organizasyonel Gelişimde Kullanım Alanları


Bateson’un sibernetik epistemolojisi, organizasyonel gelişimde: karmaşıklığı yönetmeyi, ilişkileri okumayı, bilginin oluştuğu bağlamları dönüştürmeyi mümkün kılar. Bu yaklaşım sayesinde organizasyonlar sadece “daha etkili” değil, aynı zamanda daha bilinçli, daha etik ve daha öğrenen sistemler haline gelebilir


1. Organizasyonları “Sistem” Olarak Görmek

Sibernetik epistemoloji, organizasyonları sadece yapılar, roller, stratejiler olarak değil, dinamik, döngüsel, etkileşimli canlı sistemler olarak ele alır.

Bu yaklaşım; silo yapıları, iletişim tıkanıklıkları, karar alma sorunları gibi konulara neden-sonuç zincirleriyle değil, geri bildirim örüntüleriyle yaklaşmayı mümkün kılar.


Uygulama:

Kurumsal değişim projelerinde, değişim direncini “insan hatası” olarak değil, sistemin dengeyi koruma refleksi olarak yorumlar ve bu fark, danışmanın konuya müdahale şeklini kökten değiştirir.


2. Çift Döngülü Öğrenme ve Dönüşüm (Double Loop Learning)

Bateson’un öğrenme seviyeleri modeli (0–1–2–3. düzey) OG’de sıklıkla kullanılan Chris Argyris’in “double loop learning” yaklaşımının da ilham kaynağıdır.


  • 1. döngü: Mevcut kurallar içinde çözüm üretme

  • 2. döngü: Kuralların kendisini sorgulama

  • 3. döngü: Kimliğe, değer sistemine dokunan dönüşüm


Uygulama:

Liderlik gelişim programlarında, sadece davranış eğitimi değil, varsayımları ve anlam kalıplarını fark etmeyi sağlayan derin takım atölyeleri tasarlanabilir. Bu konuda Conscious Business Turkey olarak gerçekleştirdiğimizi başarılı proje örneklerinden haberdar olmak için bize ulaşmanızı çok isteriz.


3. İletişim Örüntülerini Anlamak (Double Bind & Feedback)

Bateson’un “çifte bağ” kavramı, organizasyonlarda sıkça görülen çelişkili mesajları tanımlamada çok etkilidir. Örnek: “Yenilik yapın!” derken “Ama hata yapmayın!” mesajı veren bir liderlik anlayışı... Bu tür mesajlar bireyleri sürekli gerilimde tutar ve sistemde donmuş öğrenme, kaygı, pasifleşme üretir.


Uygulama:

Organizasyonda “çifte bağ” türünden iletişimleri tespit edip, açık ve tutarlı iletişim için yapısal geri bildirim mekanizmaları kurmak… (Bu konuda ayrıca bir çalışma yapacağım. Blog’dan takip edebilirsiniz.)


4. Zihinsel Modellerin Ekolojisini Anlamak

Bateson’un “Zihnin Ekolojisi” yaklaşımı, organizasyon içindeki bilgi üretim biçimlerinin, inanç kalıplarının, metaforların ve kültürel örüntülerin nasıl bir kolektif akıl oluşturduğunu anlamayı sağlar.


Uygulama:

Organizasyonun “kültürel haritası” çıkarılarak görünmeyen anlam kodları, alışkanlıklar, tabu konular ve varsayımlar çalışılır. Yüzeyin altında yatan epistemolojik kalıplar ve “şemalar” açığa çıkarılır.


5. Geri Bildirimi Döngüsel ve İlişkisel Görmeyi Öğretir

Geleneksel geri bildirim: “Ben sana bir bilgi veriyorum.” Bateson’un yaklaşımı: “Senin davranışın bana bir şey yaptı, bu da bende bir tepki üretti; şimdi bu tepkiyle sistemin yönü değişiyor.” Geri bildirim, tek taraflı bir düzeltme değil, ilişkinin içinde akan bilgi ve fark yaratma süreci haline gelir.


Uygulama:

Toplantıda söz kesen bir yöneticiye, “Sözümü kestiğinde kendimi değersiz hissediyorum ve konuşmaktan geri çekiliyorum; bu da ekibin katılımını azaltıyor” demek, Batesoncu bir geri bildirim örneğidir.


Özetle Bateson’un yaklaşımı, organizasyonel gelişime sistemlerin ilişkisel doğasını, öğrenmenin döngüsel yapısını ve dönüşümün fark yaratma yoluyla mümkün olduğunu öğreterek derinlik, bütünsellik ve bilinç kazandırır.

 

Heron’un Transpersonal Psikoloji Yaklaşımına Giriş


John Heron (d. 1928), eğitimci ve psikolog olarak tanınan bir düşünürdür. Kariyerinin büyük bölümünü Edinburgh Üniversitesi’nde geçirmiş; özellikle insani (humanistik) psikoloji, dönüştürücü öğrenme ve katılımcı araştırma yöntemleri üzerine çalışmalar yapmıştır.

Heron, 1970’lerden itibaren klasik psikolojinin bireyin içsel sorunlarına odaklanmasını yetersiz bulmuş; bunun yerine bireyin kolektif bilinçle olan ilişkisini keşfetmeye yönelmiştir. Bu bağlamda, psikolojiyi yalnızca patolojiyi onarmak için değil, insanın daha yüksek bilinç hallerine erişimini kolaylaştırmak için bir araç olarak konumlandırır. Bu yaklaşım, Abraham Maslow’un "kendini aşma" (self-transcendence) kavramının ve Carl Jung’un kolektif bilinçdışı fikrinin bir uzantısıdır. Heron’a göre kişilik çok katmanlıdır; ego (kişisel benlik), persona (sosyal maske), gölge (bastırılmış yönler) ve transpersonal benlik (ruhsal öz / sezgisel bilinç) gibi… Heron, insanın ruhsal olarak büyümek, içsel bilgeliğini keşfetmek ve daha yüksek bilinç hallerini deneyimlemek üzere yaratıldığını savunur. Birey sadece dıştan gelen bilgiyle değil, kendi yaşantılarına ve içsel sezgilerine dayanarak anlam üretir.


İşbirlikçi sorgulama kavramı ekip üyelerinin araştırmacıyla omuz omuza verip deneyimlerini paylaştığı, içten gelen bilgiyle bizzat deneyerek öğrenme odaklı bir yöntemdir. Burada hem bireyler hem de grup, yaşadıkları pratikler üzerinden dönüp bakarak içgörü kazanır ve bu içgörüler, gerçek hayattaki sorunları çözmeye yönelik fikirlerle buluşur.


“İyi araştırmanın, insanlar üzerinde değil, insanlarla yapılan araştırma olduğuna inanıyoruz. İşbirlikçi soruşturmada bir grup insan endişe ve ilgi duydukları konuları araştırmak için bir araya gelir. Grubun tüm üyeleri hem birlikte yaptıkları çalışmalara giren fikirlere katkıda bulunur hem de araştırılan aktivitenin bir parçasıdır. Herkesin hangi soruların ele alınacağına ve hangi fikirlerin yardımcı olabileceğine karar vermede söz hakkı vardır; herkes soruların nasıl araştırılacağı konusunda düşünmeye katkıda bulunur; herkes araştırılan aktiviteye dahil olur; ve son olarak herkesin işbirlikçi soruşturma grubunun ulaşabileceği sonuçlar hakkında söz hakkı vardır. Bu nedenle işbirlikçi soruşturmada 'araştırmacı' ve 'denek' arasındaki ayrım ortadan kalkar ve dahil olan herkes 'ortak araştırmacılar' ve 'ortak özneler' olarak birlikte hareket eder.” (Heron)

Kilit Kavramlar:


Co-operative Inquiry (İşbirlikçi Sorgulama)

“İnsanlar üzerine araştırma yapmayın; onlarla birlikte araştırın.” Bu, Heron’un en bilinen katkısıdır. Araştırmayı, yalnızca dış gözlemle değil, katılımcıların doğrudan deneyimlerine, sezgilerine ve refleksiyonlarına dayalı olarak yapmayı önerir. Araştırmacılar ve katılımcılar eşit ortak olarak çalışır. Bilgi, yaşantı, yansıtma/refleksiyon, eylem ve diyalog yoluyla ortaklaşa üretilir. Bu, uygulamalı öğrenme sürecidir. “Onlar işlerini aralarında müşavere ile yürütürler.” (Şura sûresi, 38)


Güncel Örnek:

Bir arkadaş grubunda herkesin sürekli geç kaldığı fark edilir. Grup üyeleri “kim hatalı?” diye suçlamak yerine, birlikte oturup “neden hep geç kalıyoruz?”, “nasıl hissettiriyor?”, “nasıl bir düzen bizim için daha iyi olur?” gibi sorularla hem durumu hem birbirlerini anlamaya çalışır. Yani çözüm dışarıdan dayatılmaz, ortaklaşa oluşur.


Four Ways of Knowing (Dört Bilme Biçimi)

Heron’a göre öğrenme ve bilgelik çok boyutludur. Bilgi sadece akılda değil, bedende, sezgide ve ilişkide de vardır. Dört temel “bilme” biçimi tanımlar:

  1. Experiential Knowing (Deneyimsel Bilgi): Doğrudan yaşantıyla gelen, bedensel ve duygusal bilgi. Örnek: Yürürken rüzgarın tenine değdiğini hissetmek.

  2. Presentational Knowing (Sanatsal Bilgi): İmgeler, sanat, metafor ve sembollerle ifade edilen bilgi. Örnek: Bir duygunu resimle anlatmak ya da aşkı şiirle tarif etmek.

  3. Propositional Knowing (Önermesel Bilgi): Kavramsal, analitik bilgi (klasik akademik bilgi gibi). Örnek: “Soğuk hava kasları kasabilir.” gibi açıklayıcı bilgi.

  4. Practical Knowing (Uygulamalı Bilgi): Bilginin harekete ve beceriye dönüşmüş hali. Örnek: Bisiklet sürmeyi bilmek ya da yemek yapmayı öğrenmek.



Self and Transpersonal Development (Benlik ve Ruhsal Gelişim)

Kendini tanıma, kendini aşmaya açılan kapıdır. Heron, kişisel gelişimi ruhsal boyutla birlikte ele alır. Ona göre insan yalnızca ego düzeyinde değil, transpersonal (ben-ötesi) bir benlik düzeyinde de öğrenebilir, hissedebilir, ilişki kurabilir. “Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona ruhundan üfledi…” (Secde, 9)


Güncel Örnek:

Zor bir karar vermen gerekir ama tüm veriler kararsızdır. Sessiz kalır, bir yürüyüşe çıkarsın, doğayı dinlersin… Ve bir anda içinden bir “biliş” gelir: “Şimdi gitme zamanı.” Bu akıldan değil, içsel sezgiden gelen bir bilgidir. “Kanıtlayamasan” da sezersin… :)


'Transpersonal' kelimesiyle, egosal ayrılık bilinciyle özdeşleşmekten içsel bir kişiliğe, daha geniş ve daha derin bir birlik içinde var olmanın farkındalığına çıkan kişiyi kastediyorum. Bu anlamda 'transpersonal' 'dönüştürmek' anlamına gelir. Kişilik geride bırakılmaz. Aksine, kişi gerçek varlığına, burada ve şimdi olan ilahi varlığa yani her zaman onu bekleyen mirasa girer. 'Trans'ın bir başka anlamı da 'through'dur. Ve bu, 'transpersonal'e eklediğim bir başka anlamdır: ince ve ruhsal enerjilerin kişi ve dünyadaki tüm yaratıcı faaliyetleri aracılığıyla tezahür etmesi. Özetle, 'transpersonal' ile kişiliğin ötesinde olan bir durumu kastetmiyorum ve onun çözülmesini ve olumsuzlanmasını ima ediyorum. Kişiliğin egosal ayrılıkla özdeşleşmekten, Varlıkla rezonanslı bir uyum ve katılım durumuna dönüştürüldüğü bir durumu kastediyorum. Bu, Aurobindo'nun şu olan 'gnostik bireyi'ni akla getirir: ...dünyada ve dünyanın değil, evrensel ama evrende özgür, bireysel ama ayrı bir bireysellikle sınırlı değil. Gerçek İnsan izole bir varlık değildir, bireyselliği evrenseldir çünkü evreni bireyselleştirir.” (Heron)

Autonomy and Hierarchy in Groups (Gruplarda Özerklik ve Hiyerarşi Dengesi) 

Gerçek katılım, hem bireysel özerkliğe hem grup uyumuna alan tanır. Heron, grupların gelişimi için otorite, sorumluluk ve ifade özgürlüğü arasında denge kurmanın kritik olduğunu vurgular. Katılımcı süreçler: Ne tamamen kaotik (anarşik) ne de tamamen dikey otoriter olmamalıdır. “Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir. Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin.”(Gaşiye, 88/21-22)


Güncel Örnek:

Arkadaşlarınla tatile çıkacaksınız. Bir kişi her şeyi planlarsa, diğerleri sıkılabilir. Ama kimse karar almazsa da tatil planı dağılır. En iyi yöntem: herkesin katkı sunduğu, ama bazı kararlarda inisiyatifin paylaşıldığı bir düzen kurmak… Bu, sağlıklı bir grup dinamiği örneğidir. Bu arada söylemesi kolay, gerçekten hayatta insanın öğrenmek zorunda olduğu en hassas dengelerden biri olsa gerek otorite – özerklik dengesi… İş yaşamında bu konu genellikle organizasyonel yapılanma bağlamında, hiyerarşi - holokrasi ekseninde tartışılır.


Creative and Aesthetic Inquiry (Yaratıcı ve Estetik Araştırma)

Araştırma, sadece rasyonel değil; estetik ve yaratıcı bir deneyimdir. Heron’a göre anlam yaratma süreci aynı zamanda sanatsal ve estetik bir eylemdir. Metaforlar, hikayeler, hareket, sanat ve şiir gibi yaratıcı ifade biçimleri, hem araştırma sürecinin hem de öğrenmenin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.  “Rabbi onu güzel bir çiçek gibi yetiştirdi.” (Al-i İmran, 37)


Güncel Örnek:

Bir kayıp yaşadın ve arkadaşın sana uzun uzun mantıklı cümlelerle teselli vermeye çalışıyor ama seni etkilemiyor. Sonra birlikte eski bir şarkıyı dinliyorsunuz ve sen ağlamaya başlıyorsun. Çünkü o şarkı, sözsüz bir yerden seni yakalıyor. İşte bu, estetik bilgi yoludur. Organizasyon analizi süreçlerinde uygulamak üzere danışmanlar & OG’ciler olarak sayısız estetik araçlara sahibiz aslında, sadece kullanma bilgimiz ve cesaretimiz pek yok. :) (Bu konuya daha detaylı girmek isterseniz “gamestorming” kavramını araştırabilirsiniz.)

 

Co‑operative Inquiry ve Transpersonal Psychology’nin OG’de Kullanım Alanları


Heron’un OG açısından ana fikri; daha önce de bahsettiğimiz gibi insanlar “üzerinde” araştırma yapmak yerine, “birlikte” araştırma yapmaktır. İşbirliğine dayalı araştırma, katılımcı bir dünya görüşüne dayanır; ayrı şeylerden değil, birlikte yazdığımız ilişkilerden oluşan bir dünya…  John Heron’un iki ana kavramı olan Co‑operative Inquiry ve Transpersonal Psychology’nin, örgütsel gelişim (OG) pratiğine ne tür katkılar sağladığını; her biri için kısa bir açıklama ve somut uygulama örnekleriyle aktarmaya çalışalım.

 

1.   Katılımcı Değişim Süreçleri

Heron’un Co-operative Inquiry yaklaşımı, değişimin “yukarıdan aşağıya” değil, “birlikte yaratılan” bir süreç olması gerektiğini savunur. Bu yöntemle çalışanlar yalnızca değişim nesnesi değil, aynı zamanda değişimin araştırmacısı ve üreticisidir.


Uygulama: 

Bir kurumda yeni bir hibrit çalışma modeli tasarlanırken, farklı departmanlardan çalışanlar deneyimlerini paylaştıkları döngüsel toplantılarla birlikte tasarımı şekillendirir. (Döngüsel toplantıların çalışma kaidelerini öğrenmek için sizi “Diyalog Temelli OD: Post Modern İK'cılık” isimli makaleye göz atmaya davet ediyorum.  > https://www.consciousbusinessturkey.com/post/diyalog-temelli-od-organizasyonel-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm-biliminin-gelece%C4%9Fi 

 

2. Derinlemesine Refleksiyon/Aynalama Kültürü

Heron, deneyimi anlamlandırmanın en etkili yolunun düzenli içsel yansıtma olduğunu söyler. OG süreçlerinde bireylerin duygu, sezgi ve anlam katmanlarına dokunularak derin öğrenme sağlanır.


Uygulama: 

Ekipler, proje sonrası teknik değerlendirme yerine rehberli bir “hikayeleştirme ve anlamlandırma oturumu” yaparak, sadece ne yaptıklarını değil, nasıl hissettiklerini ve ne öğrendiklerini de ortaya koyar. Bu tür toplantılara “lessons learned” seansları da diyebiliriz. Genellikle zor zamanların ardından takımla bir araya gelerek uygulabilir. Ancak klasik formattan ziyade bir tür grup psikoterapi seanı gibi ele alındığında özellikle faydalı, etkili, dönüştürücü olduğunu söyleyebilirim.


3. Bütünsel Liderlik Gelişimi

Heron’un transpersonal yaklaşımı, liderliğin yalnızca yönetim becerilerinden ibaret olmadığını; sezgi, değer, bilinç ve etikle iç içe geçmiş bir süreç olduğunu vurgular.


Uygulama: 

Bir liderlik gelişim programı, klasik modüllerin yanı sıra rehberli içe bakış, doğa yürüyüşü, sessizlik pratikleri ve vizyon çalışmalarıyla desteklenerek anlam merkezli liderlik gelişimi hedeflenir. Bu tür liderlik programı kurguları Türkiye’de de var. Ancak ucu oldukça açık ve çok iyi eğitmenlerle çalışmanız gereken bir alan, dikkatli olmakta fayda var. CBT olarak bizler de Kundalini Yoga, Enneagram, Doğa Yürüyüşleri, Sanat Terapi gibi araçları kullarak dönüştürü Liderlik Program oluşturuyor ve başarıyla uyguluyoruz.


4. Değer ve Kültür Dönüşümü

Heron’un yöntemleri, örgütsel değerlerin tepeden belirlenip dikte edilmesi yerine, çalışanlarla birlikte deneyimlenerek keşfedilmesini ve sahiplenilmesini sağlar.


Uygulama: 

“İşyerinde güven” kavramı hakkında yapılan atölyelerde ekipler metaforlar, beden dili ve öyküler yoluyla güveni tanımlar; çıkan içgörülerden kurumsal davranış kodları üretilir. Bu konuyla ilgili daha detaylı bi almak için blog’daki şu makaleye göz atabilirsiniz > https://www.consciousbusinessturkey.com/post/organizasyonel-davran%C4%B1%C5%9F-de%C4%9Fi%C5%9Fimi-hakk%C4%B1nda-3-mit 


5. Yaratıcı Öğrenme Ortamları

Heron’un dört bilgi türü (deneyimsel, sanatsal, önermesel, uygulamalı) çerçevesi, OG'de hem bilişsel hem sezgisel öğrenmeye alan açar. Eğitim ve gelişim süreçleri, çok duyulu ve bütünsel bir yapıya kavuşur.


Uygulama: 

Eğitimler -örneğin bir müşteri ilişkileri yönetimi eğitimi- klasik sunumlarla (önermesel bilgi) sınırlı kalmaz; deneyimsel (örn. örn. saha ziyaretleri veya gerçek müşteri simulasyonları), sanatsal (örn. farklı satışçı personalarının tiyatral canlandırılması), önermesel (teorik çıkarımlar, teknikler, metodolojiler vs.) ve uygulamalı (örn. gerçek bir müşterinin sunuma davet edilmesi rol playler vs.) unsurlarla desteklenir. Dikkat edilirse burada “çocukların” öğrenmesine benzer bir akış da vardır; önce deneyimsel, sonra dışavurumsal, sonra kavramsal ve en sonunda pratik bir aktarım. Bir çocuk ateşe çok yaklaşmamayı nasıl öğrenir; önce dokunur veya yaklaşır (deneyimsel), sonra kendini ifade eder (ifadesel / sanatsal), sonra buradaki dersi kavramsallaştırır ve neden – sonuç bağlamına oturtur (önermesel) ve sonraki eylemini daha dikkatli gerçekleştirir. (pratik) Bu basit gerçek, organizasyonel öğrenme tarzlarına uygulandığında aslında oldukça radikal değişiklikler / farklı kurgular vs. gerektirmektedir..!

 

Özet


Bu üç yaklaşım — Whitehead’in Süreç Felsefesi, Bateson’un Sibernetik Epistemolojisi ve Heron’un Transpersonal Psikolojisi — farklı disiplinlerden gelseler de, derin bir ilişkisel, bütüncül ve dönüşüm odaklı düşünce yapısını paylaşırlar.  Bu üç yaklaşım, bireysel yaşamda kendini bilme, anlam arayışı, doğa ve diğer insanlarla bağlantı kurma gibi temel ihtiyaçları destekler. Bireyi izole bir özne değil, sistemlerin “içinde” deneyimlenen bir varlık olarak görür. Bu da günümüzün “insan ve süreç” kopuşuna karşı, anlamlı ve bağ kuran bir alternatif sunar.

Bu üç yaklaşım, OG’ye insani, yaratıcı ve bütünsel bir boyut kazandırır; organizasyonları yaşayan, öğrenen ve dönüşen sistemler olarak görmemizi ve yeniden kurgulamamızı kolaylaştırır.


Hiçbir şey yapamasak da en azından düşünce ufkumuz genişletir!


Emrah Akbalaban via Chatgpt

 

 

 

 
 
 

Comments


© 2024 by Conscious Business.

  • Black Instagram Icon
bottom of page