top of page

Enneagram ve Kurban Etme Ritüeli

Böyle bir yazı konusu olur mu, olur vallahi. Neden olmasın? Madem Enneagram insanı anlatıyor, madem bir ritüel olarak kurban etme insanlık tarihi kadar eski, o halde girişelim bakalım.


Her dinin kendine göre bir kurban etme geleneği mevcut, malum, sadece bu topluma özgü değil. Çok eski doğa dinlerinde, Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani toplumlarında kurban kavramı var. Yılın belli aylarında dini törenlerle kurban sunma, bayram yapma geleneği de insanlık tarihi kadar eski… Biz bu olayı Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kesmeye teşebbüsü ile biliyoruz.


Ve her ritüel gibi, bu işin bir dış yönü, bir iç ve mana yönü var. Kurban etmeyi içsel yönüyle değerlendirecek olursak, olay nefsi kurban etmek demek… Enneagram diliyle söyleyecek olursak benliğin “takılmalarının” / “fixation” bırakılması … (Ki benlik fikri bir açıdan bakınca bu takılmanın kendisi aslında…) Yani kişiliğin saklı kalan kör noktalarının aydınlatılması, vidalarının gevşetilmesi, kendini yaralayıcı ve engelleyici davranışların, tepkilerin (Enneagram'ın "passion" dediği), yabancılaşma hislerinin, gerçek doğamızın önündeki engellerin kaldırılması… Jung diyor ya hani aydınlatılamayan bilinçaltı, döner dolaşır kontrol eder sizi diye, bundan dolayı…


Bir gün birisi hacdan dönen bir dervişe sormuş;

“Kurban kestin mi?” “Evet kestim.” “Kurban kesme yerine gidip, kurban keserken nefsinin bütün kötü duygularını kurban ettin mi, bunların kökünü kestin mi?” “Hayır.” “Öyleyse sen kurban kesmiş değilsin.” (İbnü’l-Arabî, el-Fütuhatü’l-mekkiyye’den)

Bir yandan, gerçek doğamızın önündeki engeller dediğimiz şeyleri fark etmek pek kolay değil.

Dünyanın en akıllı insanı bile, tüm isteğine karşın, tek başına kapıldığı düşüncelerden kendini kurtarmayı başaramaz. (Carl Jung)

Ve bu engeller tamamen mizacımıza & doğamıza özgü şeyler aynı zamanda… Öyle ise herkese uyan tek bir reçete yok… Bu anlamda kurban etmek demek, örneğin sabırsız biri iseniz sabretmek, takıntılı biri iseniz mükemmelliyetçiliği bir kenara koymak, planlamacı bir kişilik iseniz tevekkül etmek, cimri bir yapınız var ise şükretmek, saldırgan, kontrolcü ve meydan okuyan bir tarzınız varsa teslim olabilmek, sessiz, kimseyi kırmak istemeyen bir yapınız var ise yeri geldiğinde kendini, gücünü, sesini ortaya koyabilmek demek… Yani benliğe ne ters geliyor ise o. Kendini "aşma" işi yani biraz; çünkü “insan kendisini aşarak kendisi oluyor.” (Carl Jung)


Bundan sonra yazacaklarım Yunus Emre’nin şu minicik satırın farklı mizaçlara özgü açılımları… Keyifle okuyacağınızı umarım…

“çün bu can kurban sana, ben koç kurbanı neylerem.”

Tip 1 - Mükemmelliyetçi Kişilik


1’ler en derinde huzuru ve yargısız kabulu arıyorlar, ancak onların ego yapıları etraftaki -büyük ya da küçük- hataları farketmenin ve düzeltmenin onların işi olduğunu düşünmelerini sağlıyor. Bu tabii sonsuz bir görev ve onları bu isteklerinden uzaklaştırıyor.


1’lerin ego ideali “iyi & doğru bir insan olmak”… Daima ahlaki ve sorumlu; asla kötü ya da vasat değil… Takıldıkları temel nokta sürekli olarak eksik ve kusurlu olana dikkat etmek, böylece hiçbir şeyin gözlerine yeterince iyi görünmemesi… Özellikle de kendileriyle ilgili… Bu da tabii kronik bir tatminsizlik yaratıyor ve gizli, pek yansıtılamayan bir öfke…


Bu bayram egonun bu sahte idealini “kurban etme” ve kendini bitimsiz bir kabul ve sükunete açma fırsatı olabilir mi? Neden olmasın?

Tip 2 – Sitemkar Verici Kişilik


2’ler başkalarına ilgiyi, sevgiyi, bakımı -sürekli- verme konusunda becerikliler, ancak bunu bazen ‘kendileri’ pahasına yapıyorlar. Yani öz-sevgi onlar için zor, çünkü odakları epey dışsal yani -diğerleri- tarafından beğenilmek, duygusal açıdan değer ve onay görmek hatta vazgeçilmez olmak istiyorlar. Almak için veriyorlar… Kendi ruhunun köklerine dönmek, derin bir iç yolculuk ve başkalarının tepkilerine dikkat etmeden kendini sevme ve kendine bakım yeteneği gerektiriyor.


2’lerin ego ideali diğerlerine yönelik cömert ve düşünceli olmak, asla ‘bencil’ olmamak. Türk toplumunun genel ‘anne’ yapısı gibi. Takıldıkları nokta ‘pohpohlamacılık’ yani kendilerini ‘kabul ettirmeye’ odaklanmak… Başkalarından gelen iyi reaksiyonlarla şişen, olumsuz reaksiyonlarla sönen bir öz-benlik algısı… Ve bunu yarattığı duygusal gitgeller, krizler, içe atıp daha sonra patlamalar…


Bu bayram egonun bu ‘dışa bağımlılığını’ kurban etme şansı olabilir mi? Ve kendini sonsuz bir alçakgönüllüğe ve koşulsuz sevgiye açma…

Tip 3 – Rekabetçi Başaran Kişilik


Üçlülerin tutkusu “aldatma”… Yanlış anlaşılmasın, bu aldatma aslında öz-aldatma anlamına geliyor: yani, idealize edilmiş benliğe uyan ve doğrulayan şeylere inanmak ve olmayanı reddetmek.


3’lerin ego ideali “etkin” bir kişi olmak, her zaman profesyonel ve yetkin; asla boşta veya yetersiz değil… Takılma noktaları kibir… Başarılı olmaya veya başarılı görünmeye dayalı olarak idealize edilmiş bir “görüntünün” nasıl oluşturulacağı konusunda stratejik düşünme… Bu doğrultuda kendine güvenli ve başarılı görünmek için mümkün olan her şeyi yapmak gerektiğini hissetmek, bu görüntüye uymayan parçalarını ise gizlemek halet-i ruhiyesi…


Bu bayram egonun bu “başarılı & etkin görünme çabasını” kurban etme şansı olabilir mi? Kalbin gerçeğini yeniden dinlemek, farklı bir hkiya yazmak… Özünde şu soruyu sormak kendine; nedir benim gerçeğim?

Tip 4 – Bireysel Traji-romantik Kişilik


4’ler sürekli olarak daha derin, bitmeyen bir deneyim ve bağlantılar arıyor. Bu gerçekleşmediğinde, örneğin kendileriyle gerçek temasta bulunamadıklarını veya başkalarından ayrı olduklarını hissettiklerinde - sıkıntılı, üzgün ve / veya öfkeli oluyorlar. Bu bir ölçüde yetersiz ve / veya eksik olma duygularına dayanıyor.


4’lerin ego ideali orijinal bir insan olmak, daima yaratıcı ve otantik, asla sıradan, bilindik veya sıkıcı değil… Takıldıkları nokta melankoli, sürekli elde olmayanın, eksik olanın arayışı… İdealize edilmiş duyguların ulaşılamazlığı düşüncesine eşlik eden varoluşsal bir “kopukluk” hissi ve duygusal gelgitler… Egonun tutkusu ise kıskançlık, bilinçli ya da bilinçsizce kendini başkalarıyla kıyaslamak, “onlar mutlu, oysa ben…” düşüncesine eşlik eden bazen yetersizlik ve bazen de üstünlük duygusu. Bir orada bir burada…


Bu bayram benliğin derinlerindeki bu “kayıp ben” hissini kurban etme ve kendinden dışarı çıkma şansı olabilir mi? Ve herşeyin kökünde bir ve birin parçaları olduğunu damalarlarına kadar hissedip “içerisi ile dışarıyı”, “dün ile yarını” “yukarı ile aşağıyı” an’da birleme şansı…

Tip 5 – Gözlemci Uzman Kişilik


5’lerin, diğerlerine ve çevrelerine çok az ihtiyacı varmış gibi görünüyor. Oysa 5’ler özünde başkalarıyla etkileşim ve derin bağlantı istiyorlar. 4’lerin kaynaktan ayrılığı “ıslak” ise 5’lerin ki “kurudur” deniliyor. Diğer bir ifadeyle 4’ler terk edilmiş ve ağlıyor, 5’ler izole edilmiş ve duygusuz diye yorumlanabilir, tabii ki sağlıksız mertebelerinde…


5’lerin ego ideali, bilge kişi olmak, anlamak, her zaman bilgili ve özerk olmak, duygulardan “azade” ve kendini pek açmayan kapalı kutu… Takıldıkları nokta cimrilik, bir şeylerin kıt olduğu fikri, enerjilerinin dünyanın problemlerini çözmeye yetmeyeceği içsel varsayımı; öyle ki bu onlarda bilmek için doyumsuz bir susuzluk yaratıyor. Ve “düşünebilmek” için mevcut kaynaklarını -başta zaman ve mekanını- korumaya yönelik yoğun bir istek... Aksi taktirde, bunalmış, enerjik olarak tükenmiş ve içleri boşalmış gibi hissediyorlar. Ah sessiz gözlemciler, perde arkası bilim adamları, aydınlanmamış Buddha’lar! (Ben de 5 meşrebim o yüzden iç geçirmem). :)


Bu bayram egonun bu kendi zihnine çekilme refleksini ve yaşam enerjisinin kıtlığı bilincini bir kenara bırakma şansı olabilir mi? Ve kendini yalnızca aklı ile değil, kalbi ve bedeni ile bilmeye açma… Ve bunun ötesinde, varolan herşeyin, zaten o değişmeyen, ölmeyen, doğmamış evrensel aklın bir formu olduğu ve “daha fazla bilmenin” kölelikten başka bir şey olmadığını hatırlamaya…

Tip 6 – Sadık Şüpheci Kişilik


6’ların en derinde aradığı derin bir özgüven, cesaret ve dilimizde “iman” diye geçen, “inancın” ötesine uzanan bir “hem kabul etme, hem kabul ettiğini yaşayabilme” hali.


6’ların ego ideali sadık kişi olmak, her zaman güvenilir ve tutarlı; asla güvenilmez veya zor değil… Korktukları ise “korkunun kendisi”; en kötüsünün olacağı, başkalarına güvenilemeyeceği ve karşılarına çıkan zorlukları karşılayamayacaklarına dair derin endişe ve panik duyguları… Takıldıkları nokta en kötü senaryoların yaratılmasına neden olan şüpheci düşünceleri… Yaşadığımız çağ git gide daha belirsiz olurken, herkesi ara sıra endişeye sürükleyen bu ne olacağını “bilmeme” hali, onlar için biraz daha zor yani… İşin panzehiri ise, bu tip kötümser hislerine karşı kendi sezgilerini dinleyebilme kapasiteleri…


Bu bayram, hayata yönelik bu kuşkuları bir kenara bırakma ve varoluşun özündeki o bitimsiz gücü, ona inanıp inanmamaktan bağımsız olarak varolan o şartsız ‘desteği’ hissetme şansı olabilir mi? Zaten “öz” diye ifade edilen bu şey gerçek doğamızdan başka nedir ki? Yaşamın içsel iyiliğini anımsadığımız ve işler ters gitse bile bize sarsılmaz bir güven aşılayan o içsel özgürlük…

Tip 7 – Hevesli Hayalci Kişilik


7’ler, içlerinde hissettikleri boşluğu doldurmak için sürekli dışsal uyarım arıyorlar. “Oburluk” -yeme içme anlamında değil ancak yaşamsal uyarım & dışsal koşuşturmalara dönüklük anlamında- bunu yapmanın bir yolu, ancak 7’ler böylece sadece bir an için tatmin oluyor… Gitgide “dolu olma” duygusu ortadan kalkar. Oysa sistem diyor ki gerçekten tatmin edici olan içsel yolculuktur.


7’lerin ego ideali neşeli bir insan olmak, daima pozitif, hevesli, asla bir bir fikre hapsolmuş veya kötümser değil. Benlik takılmaları “planlamacı zihin” yani, hızlı bir şekilde bir şeyden diğerine geçerek zihnin sürekli “vites” arttırdığı girdiği bilişsel süreç… Aradıkları ise sürekli “uyarılmak”, 5’lerin içsel bilgi susuzluğu 7’lerde dışsal deneyim susuzluğuna dönmüş durumda; yiyecekler, kafeler, insanlar, fikirler ve heyecanlar…


Bu bayram 7’ler için egonun bu “ilahi sıkılmadan” ve “negatiften” kaçma refleksini kurban etme şansı olabilir mi? Ve aranan hazzın veya mutluluğun “bir sonraki anda olmadığını”, tam da şu anda bize en uygun düşen ne ise onun zaten yaşandığını fark etmek… Sabretmek, kalmak, derinleşmek ve buradan beslenmek…

Tip 8 – Meydan Okuyan Kontrolcü Kişilik


8’ler, her türlü kırılganlığın zayıflık göstergesi olduğuna inanıyor; aynı zamanda güçlü olanın iyi ve zayıflığın kötü olduğuna... Ancak, kendilerinin kırılgan ve gözyaşlarını saklamayan yönlerinin ortaya çıkmasına izin verdiklerinde, gerçek gücün savunmasız olmayı da içerdiğini öğrenirler. Aslında teslim olabilmek en büyük güçtür.


8’lerin ego ideali güçlü olmak, bağımsız olmak, kendine yeterli olmak… Takıldıkları nokta “intikamcılık”, diğerlernini yanlışlarını, haksızlıklarını veya eleştirilerini öfke, suçlama ve yıldırma tepkileri ile yeniden dengelemeyi düşünmek… Bu güvenlik açığını gidermenin ve zayıflık duygularını reddetmenin bir yolu olarak çeşitli formlarda aşırılık, uçlarda yaşamak…


Bu bayram egonun savunmacı ve kırılmaktan kaçınan bu taraflarını kurban etme şansı olabilir mi? Ve “gücün sevgisinden” ziyade “sevginin gücü” üzerine meditasyon yaparak, yüreğini herkese açabildiği bir bütünleşme halini deneyimleme şansı… Neden olmasın?

Tip 9 – Uyumlu Barışçı Kişilik


9’lar, “uyumaya gitmiş öfke” olarak bilinir ve bunun birçok anlamı var. 9’lar öfkelerini o kadar asgari düzeyde tutar ki, çoğu zaman tanımazlar. Öfkeleri erişilmez bir yerdedir, tüm canlılıkları uykuya dalmış gibi, bazen “seslerini” kaybeder ve ne istediklerini ifade etmeyi beceremezler. 9’larda çoğu zaman ne istemediklerini bilme ancak ne istediklerini bilmeme hali vardır... Bu nedenle, “Uyumaya geri dönme!” mesajı kişisel bir mantra gibi, ara sıra hatırlamak gerek…


9’ların ego ideali huzurlu bir kişi olmak; daima kolaylık ve kabullenme; asla saldırgan veya hırslı değil… Takıldıkları nokta “tembellik”; yani, neyin önemli olduğunu unutmak, buna dair görüşlerini & pozisyonlarını belirtmekten kaçınmak, böylece kendi içinde ve başkaları ile gerginliği ve çatışmayı en aza indirmek için zihinsel olarak dikkati dağıtmak… Kendini uyuşturmak da deniliyor. Kendi hislerine karşı bir hissizlik.


Bu bayram, 9’lar için çatışma korkusunu kurban etme fırsatı olabilir mi? Kendini ortaya koyma ve parlama… Kendini önemseme, sevmesve yaşamı hissetmesine yol açacak bazı adımlar atma, bazı huzursuzluklar pahasına da olsa…

Sonsöz


Enneagram’da kendi tipini bilmek bir başlangıç noktası, esasında gelişim süreci ondan sonra başlıyor. Kişiyi kısıtlayan ancak kısıtladığının bile farkında olmadığı o içsel alanları keşfetmek gerekiyor. Ancak keşfettikten sonra da o yönümüze “kötü davranmamak”, onu kişiyi bu noktaya getiren bir içsel öğretmen olarak değerlendirmek. 17. yy’da yaşamış şair ve mutasavvıf Niyazi Mısri’nin dediği gibi; “Derman arardım kendime, derdim bana derman imiş…” Bu işin bir tarafı…


Ve sonra minnettar bir ifadeyle nehre bırakılan ve süzülüp giden kandiller gibi tıpkı, onu sonsuzluğa uğurlamak gerekiyor. Benliğin bu ham yönlerine çok da bağlanmamak yani… Nasılsa yaşam değiştiriyor, pasımızı krimizi atıyor, her gün, bir gün, bir an, önünde durmanın çok da bir anlamı yok kaçınılmaz dönüşümün… Benliğini ciddiye almanın da bir sınırı var yani. :) Onu da Bayram’ı Veli’nin bir şiiriyle tamamlayalım.

Hiç kimse çekebilmez Güçtür feleğin yayı Derdine gönül verme Biri götürür vayi

İyi bayramlar! :)


Emrah Akbalaban


Not: Tiplerle ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenler önceki yazılara veya @enneagram.coaching Instagram sayfasına da göz atabilirler.



298 görüntüleme0 yorum

Comentários


bottom of page