top of page

İş Yaşamında ‘Ciddiyet’ ve ‘Oyun’

Güncelleme tarihi: 26 Şub 2021

İş kavramını bir an oyunmuş gibi düşünelim. İşte de, oyunda da, belirli kurallar, sınırlar, oynamak için bir takım araç, gereç, ihtiyaçlar ve takii ki bir amaç var.


Amaç bizi A noktasından B noktasına taşıyor. Ancak, bu öyle bir B noktası ki, günümüzün iş dünyasında -özellikle Pandemi sürecinde- oyunlardaki kadar bile kestirilebilir değil. Strateji cümleleri doğal bir belirsizlik içeriyor, bir çok hedef ister istemez belli bir “yaklaşıklıkta” veya hata payıyla tanımlanıyor, bir çok projede başarı kriterleri çok net değil, bireysel gelişim dediğimiz şey eskiden olduğu gibi “bilgi” merkezli ve statik değil, “deneyim ve kendini bilme” merkezli ve dinamik, kariyer yönelimleri doğrusaldan ziyade çeşitlilik ve “döngüsellik” içeriyor… Yani işin doğasında bir bilinmezlik var ve sistem kurucular artık bunu kabul ediyor.


Zorluk şu; bir yandan kestirilmesi zor bir geleceğe giderken diğer yandan iş yaşamının geleneksel araçlarına -yani strateji, hedefler, iş süreçleri, rol tanımları, geleneksel karar alma mekanizmaları vb.- bel bağlamaya devam ediyoruz. Ortaya attığımız fikir ise şöyle; “oyun oynamaya” geri dönmemiz gerekiyor. Evet, organizsayonlara oyun kavramını yeniden sokmak istiyoruz. “Oyunlaştırma” bir süredir vardı, bu bahsettiğimiz ise bir “bireysel & takımsal farkındalık, dönüşüm ve etkili karar alma metodolojisi” olarak oyun.


Bir kere oyun çeşitliliği destekliyor, dahil edici. Oyun yaratıcılığı açığa çıkarıyor. Oyun kurallarına göre oynandığında küsme & darılma yok, kendi içinde adil bir zemin oluturuyor. Oyun zihin açıyor, etkileşime girdiğimiz insanlarla alış verişimizi arttırıyor. Oyun organizasyonel sosyalleşme için önemli bir araç. Oyun deneyimsel, sınırlarımızı daha iyi görmemizi sağlıyor, kişisel gelişim için teorik kitaplardan daha kalıcı etki bırakıyor. Oyun akıl sağlığına bile iyi geliyor. (Yapılan bir araştırma zihinsel rahatsızlıkları olan kişilerin oyun oynarken “normal” olarak tariflenen insanlar gibi davranabildiğini ortaya koyuyor. Oyun oynamanın belli patolojik rahatsızlıkların semptomlarını azalttığı biliniyor.)


Utanıp sıkılacak bir şey yok, büyük iş insanları da oyun oynar, oynamalı. İş yaşamında oyun nedir, nerede başlar, nerede biter, biraz buna bakalım.

“İş bir oyun, ve tüm oyunlar gibi, en iyi oyuncularını sahaya koyan ve birlikte iyi iş çıkarmalarını sağlayan takım kazanır. Bu kadar basit.” Jack Welch


Ciddiyet iyi midir?


Evet, iş yaşamı bize “ciddi” olmamız gerektiğini öğütlüyor. Her ne kadar içerisinde salıncak olan ofisleri Türkiye’de de sıkça görmeye başladıysak ne yazık ki sallanmaya pek vakit kalmıyor. Ancak “gerçek rahatlamayla” birlikte ortaya çıkan yaratıcılık henüz hala “çok da gerekli değil” sanki. Sahiden ne yapacaktık ‘yaratıcı’ olduktan sonra?


Chris Argyris ‘bireyin olgunlaşması’ modelinde bir anlamda kişiliğin kendi ‘rengini’ ve ‘sesini’ bulma yolculuğunu özetliyor. Şöyle diyor: bir birey, gelişiminin erken aşamalarında ise ziyadesiyle pasif & edilgen, düşünce ve dışavurumlarında bağımlı, yerleşik tutumlarını tekrarlamaya eğilimli, bir şeye karşı derin bir ilgili kurmaktan kaçınan, kısa dönemli düşünen, kendini ast veya üst konumuna sabitlemiş, öz farkındalığı itibariyle sınırlı olur. Ve bu birey ‘spontanlığa’ kendini bırakamaz çünkü ondan özgünlük bekleyen her ortam onu korkutur, kural, kaide, yönlendirme vb. arar. Ciddileşir…


Ve ekliyor Chris Argyris, birey ne kadar aktif, bağımsız, tutumları itibariyle çeşitli, birşeye karşı derin ilgi besleyebilen, uzun dönemli düşünebilen, öz farkındalığı yüksek ve sosyal pozisyon(ları) itibariyle esnek olabilirse, o kadar ‘olgundur’. Ve o kadar ‘oyun’cu. Oyun güvenmeyle gelir. En başta kendine güvenmeyle. Olgunlaştıkça oyuna geri dönüyoruz yani. Picasso’nun “bütün çocuklar sanatçıdır. Mesele, büyüyünce sanatçı olarak kalabilmektir” ve “Rafael gibi resim yapmak dört yılımı aldı, bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü” lafları geliyor aklıma…

“İnsanın olgunlaşması çocukken oynadığı oyunlardaki ciddiyetini yeniden bulmasıyla mümkün olur.” Nietzsche

Düşünüre göre de, oyunların çocukça olduğuna inanmak bir entelektüel miyopluk göstergesi, yani çocukluğundaki merakı ve oyun isteğini koruyabilen insanların yeni başarılar elde etmesi her daim daha kolay… Bir çok bilim insanın ve başarılı girişimcinin hayat hikayesi bize bunu göstermiyor mu?


Öyleyse soru şu; iş yaşamı bu kadar ciddi olmak zorunda mı? “Yetişkinlerin” dünyasından çocuk ruhundan taşan güçle iş yapmaya başlamanın vakti gelmiştir belki de…

“Hikayeler çocuklar uyusun ve büyükler uyansın diye yazılır.” Hans Christian Andersen


İş Yaşamında Oyun’a ve Doğaçlama’ya Yer Açmak


İnsan doğası netlik istiyor, orası kesin ve iş yaşamında da bunu sağlayacak araçlar var; süreçler, iş tanımları, performans yönetimi uygulamaları, kalite uygulamaları (6 sigma vb.) hedefler, SLA’ler… Tutarlı, tekrar edilebilir, hesaplanabilir sonuçlar… Endüstriyel dünya için B noktası belki hala netliğini koruyordur. Oysa bilginin -hatta deneyimin- “satıldığı” alanlarda ise pek öyle değil. Bu dünyada gelecek belirsiz. Bu demek oluyor ki, lineer iş süreçlerine güvenmek zor; bunu yerine her an kararları gözden geçirip, yönümüzü belirleyeceğimiz bir çevikliğe sahip olmamız gerekiyor.


Özellikle yaratıcılık beklenen işlerde “süreçlerde mükemmelliyetçilik” organizasyonlara pek iyi gelmiyor. Diğer yandan “kuralsızlık” da öyle, çünkü en iyi çıktılar için biraz da olsa çerçeve şart. İşte “buna bulanık hedefler” diyelim. Tanımı ise şöyle; “işin genel gidişhatı için bir istikamet sunan ancak yolculuk boyunca takımın diğer olasılıkları görmesinin önünde engel olmayan” hedefler.

Bu tanımın en iyi sergilendiği ortamlardan biri caz müzik icrası ve işte muhteşem bir analoji; “bir caz grubu olarak takım”. Caz piyanisti ve öğretim görevlisi Frank Barrett; Miles Davis ve Sonny Rollins gibi büyük cazcıların olağanüstü fikir ve inovasyon hikâyeleri eşliğinde kuruluşlar için yeni bir işleyiş modeli ortaya koyuyor. Kitabın adı “Yess to The Mass”, Türkçe’si de var; “Karmaşaya Evet”.


Şöyle diyor özetle;


“İş hayatında karşı karşıya kaldığınız karmaşa ve sürekli değişimle nasıl baş edersiniz? Dünyanın en iyi ekiplerinin çözümü belli: Doğaçlama yapıyorlar. Özgün çözümler üretiyor ve yazılı bir plan ya da belli sonuçları garanti eden bir güvenlik ağı olmadan makul riskler alıyorlar. İlerledikçe birbirleriyle müzakere ediyor, hatalara takılıp kalmıyor ya da diğerlerinin fikirlerinin gelişmesini engellemiyorlar. Kısacası günümüzün yorucu ama aynı zamanda inovatif ve bereketli iş dünyasında "karmaşaya evet" diyorlar. Ve elbette sonuçları birlikte kutluyorlar!” (Tanıtım yazısından)


Geleneksel klasik müzik orkestrası ve orkestraya yön veren CEO metaforundan, dinamik bir uyumluluk yaratan ortak bir müzikal bilince ve bu bilince bazen sololarlıyla bazen destekleyici ritmleriyle katkıda bulunan esnek & “alan tutan” lidere…


Pratikte Oyun’u Nerelerde Kullanabiliriz?


  • En başta toplantılarımızda & çalıştaylarımızda ve eğitimlerimizde. İyi yapılandırılmamış ‘toplanmaların’ büyük bir kısmı zaman kayıplarıyla ve verimsizliklerle dolu. Pek çoğunda amaç eksik, dinamik ve katılımcılığı teşvik eden bir fikir yürütme süreci yok, katılım ve katkı istenen seviyelerde değil. Sürecin oyunlaştırılması ve doğru fasilitasyonu ile birlikte sonuçlar da bağlılık da son derece pozitif olarak değişiyor. Yıllık strateji toplantıları, icra kurulları, vizyon yaratma odaklı toplantılar, takım oluşturma & bütünleştirme toplantıları, hepsi için gerekli ve geçerli.

  • Değişim yönetimi çalışmalarında. Belirli bir konunun lansmanı, belirli bir değişimle ilgili paydaş toplantılarında, duygusal risklerinin fazla olduğu kritik toplantılarda, organizasyonel sosyalleşmeye yönelik (organizational socialization) etkinliklerde, kutlamalarda…

  • Fasilitasyonun gerektiği her yerde. Danışmanlık ve eğitmenlik genelde ‘bilgiyi vermeye’. Fasilitasyon ise mevcut potansiyelin en iyi değerlendirilmesine yönelik bir tür koçluk; bilgi vermekten ziyade olanı açığa çıkarmak, iletişim ve yaratıcılık kanallarını açmak ve ‘ilham yaratmak”. Bu anlamda yaratıcı işbirliğinin gerektiği her iş ortamında…


Elbette pek çok başka alan bulunabilir ‘oyun’a, bunlar sadece bir kaçı. Sanırım esas önemli olan bu bireysel olarak da organizasyonel olarak da bu özgürlüğü ve özgünlüğü yeniden kazanmak istemek.

Çocuk veya yetişkin oynarken, ve belki sadece oynarken, yaratıcı olmakta özgürdür. (Winnicott)
100 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ey İnsan!*

bottom of page