top of page
Yazarın fotoğrafıEmrah Akbalaban

Fragmanlar (Tanıtım Yazısı)

Güncelleme tarihi: 16 May

«Her neredeysen, orasıdır giriş kapın.» Kabir

Fragmanlar kitabı bu alıntıyla açılıyor.


Bir yerlerden ruhuna, gönlüne, sonsuzluğuna bir giriş kapısı arayanlar için uyandırıcı ve bildik bir hatırlatmayla yani; «ne arıyorsun, nerede arıyorsun ey yolcu! Dön kendine bak! Hem de şu anda, burada!».


Başka bir yerde de şöyle diyor kitap; «kabul etmek, vuslata ermektir».


Kabul etmek… Yani derin bir nefes alıp şu bedene, şu ana yerleşmek… Bir an geçmişi, geleceği, ne olduğunu, ne olması gerektiğini, kendinle ilgili yargılarını bırakmak... Kim olduğunu, kim olman gerektiğini, tüm -meli, -malı'larını bırakmak… Kendini tanımayla, farkındalıkla, hatta aydınlanma ile ilgili fikirlerini, şartlanmalarını, imajinasyonlarını ve arzularını - sonraya dair düşüncelerini bırakmak… «Olmazsa yapamam» dediğin tüm alışkanlıklarını, şu anda «olan»a, belki bir ağrıya, acıya veya içeriden yükselen yoğun bir duyguya bir direnç var ise bırakmak… «Acaba bırakabiliyor muyum?» türünden kendini değerlendirmelerini veya «bıraktım şimdi ne olacak?» türünden sorularını, yani zihni, sürekli soru soran, değerlendiren, analiz eden kafayı bırakmak... Arayanı, şu yorgun savaşçıyı kısacık bir süre için de olsa bırakmak…


Bırakmak, teslim olmak, barışmak ve böylece «giriş kapısına» erişmek... Öyle bir kapı ki bu zaten açık, hep de açıktı ancak biz zorlaştırdık, göremedik, açık olduğuna bir türlü inanamadık. Muhtemelen hala da inanamıyoruz; «bu kadar kolay olmamalı» diyoruz.


“Bir hapishanede yatmakta olan bir grup felsefeci oradan kaçmaya karar vermiş. Anahtarın bir kopyası ellerinde olduğu için geceyi beklemeye karar vermişler. Gece yarısı olduğunda içlerinden biri kapıyı açmaya gitmiş ama birkaç dakika sonra yüzünde üzgün bir ifadeyle geri dönmüş. Herkes, ‘Ne oldu?’ diye sormuş. Adam, ‘Ne olacak, planımız başarısız oldu’ diye yanıt vermiş. ‘Kaçamayız, deli gece bekçisi kapıyı kilitlemeyi unutmuş olduğundan anahtarı kullanamadım!’” Osho (Fragmanlar)

Ne Anlatıyor Bu Kitap Bize?


Fragmanlar, yaklaşık 3 yıl boyunca (2021 – 2024) kaleme aldığım, kısa denemeler, aforizmalar veya şiir formunda akan kısa yazılardan oluşan «türlü» tarzında bir kitap. Genel teması felsefe, psikoloji ve tasavvuf… Odağı kendini bilme, öz araştırma (self-inquiry)… Tanıdık bir yerlerden referans noktaları arayanlar için söylüyorum; içinde bolca Advaita Vedanta (Non-Duality) esintisi var. Bununla beraber tasavvuf öğretisi, mizaç ilmi (Enneagram penceresinden), zen budizmi, azıcık Kundalini Yoga ve bir tutam Spinoza & Nietzsche & Deleuze eksenli felsefe de var. Bu dediklerim «türlü»nün malzemeleri, ancak özü nerede? Lezzeti nasıl?


Ortaya nasıl bir lezzet çıktığını bilmem ancak Fragmanlar’ın ilk kitabım olmasından dolayı mutluyum. Bakalım okuyucu ne bulacak, ne diyecek? Tek bildiğim hiçbir sayfası «oturup da bir şeyler yazayım» diye çıkmadı; hepsi öylece gelen ilhamlar veya yaşanan bir mesele üzerine «bunu yazmazsam olmaz» dediğim iç döküşler… Sonradan toparlanıp, bir sıraya dizilip, harmonik bir koro oluverdiler…


Kitabın temel derdi «kendini bilmek»… «Kendilik» dediğimiz şeyi sorgulamak, psikolojik benliğin yani zihinsel, duygusal ve bedensel alanımızın içine hapsolmuş sınırlı «ben» algımızı sarsmak ve «öz ben» de diyebileceğimiz Sır’rın izini sürmek… O’nu aramak değil fakat «arayanı ortadan kaldırarak» O’nun her yerdeliğine tanık olmaya gayret etmek… Yani bir anlamda işi kökünden çözmek… «İnsan küçük alemdir, kainat büyük insandır» sözünü ilk kim söylemiş bilmiyorum ama bütün kitapta yankılanan tek bir hakikati güzel özetliyor; insanın kendini bilmesi demek, kendi olmayanı kendinden ayırt ederek sonunda «hiçliğini» ve hiçliğinde de «hepliğini» bilmesi demek… İbn Arabi Hz.’lerinin ifadesiyle «boşluğunda doluluğunu bulması» demek…


Hiç = hep mi yani? Veya «meğer var zannedilen yok, yok zannedilen var imiş» mi diyoruz?


Ne diyoruz?


Ah, ne komik aslında derdi varlığı «anlamlandırmak» olan birinin en sonunda «çözümü» onu «ortadan kaldırmakta» bulması!


Bu, «yaşadığımız evren bir illüzyon», «varlık bir hologram» veya «biz aslında yoğuz» türünden bir ilgi çelen spekülatif önerme değil! Bu çok satanlara aday bir parapsikoloji yahut ezoterik sırlar öğretisi de değil! Hakikati ararken doğal olarak «harikuladelik» bekleyen bir yanımız olabiliyor, ama hayır! Bu harikuladelik peşinde bir söylem / kitap değil... İçinde doğaüstü vizyonlarım veya maneviyatla ilgili gün yüzüne çıkmamış incilerim de yok!


Bu, daha çok «O’ndan başka bir şey yokmuş!» yani «la ilahe illallah» doktrininin canlı, kanlı, gündelik bir deneyim olarak anlaşılması ve geldiği gibi ifade edilmesi çabası… Bu, daha çok «harikuladeliği» sıradan olanda görme denemesi… Her şey basitin içinde gizli...


Evet, İnsan bir «hiç», çünkü bedeni yerden, ruhu gökten bir varlık olarak «kendi kendisine sahip değil». Ancak diğer yandan insan bir «hep», çünkü kendisine göreceli de olsa varlığını veren asıl Varlık’ın ezeli ebedi özünü her zerresinde taşıyor ve her şey her daim sadece o özden meydana geliyor. O öz ki «her şeye içkin tikellik ve her şeye aşkın tümellik noktası» olarak da betimlenebilir.


Tasavvuf metafiziği bunu tohum - meyve metaforuyla anlatıyor. Kitapta da bu şöyle geçiyor;


«İnsan küçük âlemdir, âlem büyük insandır. Tohum küçük ağaçtır, ağaç büyük tohumdur. Aslında ağaç ve tohum diye ayıran da zihindir. Tek bir vücut vardır; tek bir BEN vardır. Yani ben yoktur, BEN vardır. Lâ ben, illa BEN. Lâ tohum, illa TOHUM. Lâ meyve, illa MEYVE! Bu söz; beni, tohumu veya meyveyi yok etmez, onları değersizleştirmez; aksine ayrı bir şey oldukları illüzyonunu ortadan kaldırır ve onları tek bir BEN’in büründüğü & tezahür ettiği farklı formlar olarak yeniden değerlileştirir. Ağaç diye gördüğün dışsallık O BEN'in teni, tohum diye gördüğün içsellik O BEN’in canıdır. O vardır bir tek. Ve o İnsan'da bilinir, İnsan'la bilinir, İnsan'a bilinir. İnsan küçük âlemdir, âlem büyük insandır, derken, bu aynı zamanda insan âlemde(n) açığa çıkar, âlem de insanda(n) açığa çıkar demek olsa gerek... Oluş'tur bu açığa çıkış; zaman ve mekân içinde gerçekleşir, fiziksel yasalara tabidir. Ve her Oluş’un bir de OL'u vardır. OL demiştir ve olmuştur. Her an OL demektir ve olmaktadır. Aslında, her yeri kaplayan OL'dan başka bir şey yoktur. Oluş beden, OL ruhtur.» EA, Fragmanlar

Güzel bir şiirde de şöyle geçiyor işin özü;


«Bir ağaçtır bu âlem, meyvesi olmuş âdem, maksûd olan meyvedir, sanma ki ağaç ola.» Sunullah Gaybi Hz.

Peki ne işe yarayacak bunu bilmek? Beni daha iyi, daha doğru bir insan yapacak mı?


Bilgiyi Eyleme Dönüştürmek


Her insan özeldir, her insan Varlık’ın belirli nitelikleriyle donanmıştır. Her insan, açığa çıkarabildiğinde kendisini derinden tatmin olmuş hissedeceği bir takım yeteneklerle desteklenmiştir. Hepimizin bu yetenekleri tanımak, açığa çıkarmak, büyütmek ve meyve vermesini sağlamak gibi bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Her insan, bir nevi kendi bahçesine bahçıvandır. Bu fıtri bir ibadettir. Aynı zamanda tüm insanlığa yapılmış bir hizmettir.


Bu yönüyle bakıldığında, bilgi eyleme dönüşmediğinde, yani tohumlar meyve vermediğinde iş kemale ermiyor. Dolayısıyla bir satırı içselleştirip eyleme geçirmek, bin satır okumaktan daha öncelikli oluyor; böyle diyor bilenler. Aksi taktirde bilgi bir yük, hem de ne yük! Yani sevgi hakkında onlarca kitap okuyup, (haydi insanları geçtim) ama doğayı, hayvanları vs. sevemedikten sonra neye yarıyor?


Öte yandan, «derin düşünmenin» de bir eylem olduğu belirtmek gerekiyor. Tefekkür denilen bu derin düşünme, bilgileri sentezleme ve oradan bir bilgeliğe ulaşma işi belki de yıllarca süren bir «ibadetin» yahut «dönüşüm disiplininin» önüne geçebiliyor. Çünkü asıl mesele çok güzel ibadet eden & dönüşmek isteyen bir özneyi yahut «ayrı benliği» beslemek değil, hiçbir zaman da olmadı; fakat asıl mesele o «ayrılık düşünden» uyanmak… Öyle değil mi?


“Kendini dönüştürmeye yönelik her proje bir kısır döngüdür. 13. yüzyıl Zen ustalarından olan Dogan, ateşin küle dönüşmediği gibi baharın da yaza dönüşmediğini söylemiştir; bahar gelir ve ardından da yaz, odun ateşi vardır ve kül de vardır. Aynı argümana göre bir canlı bir ceset haline gelmez ve aydınlanmamış bir kişi bir Buda'ya dönüşmez. Pazartesi Salı olmaz; saat bir saat dört olmaz. Bu nedenle bir Buda olmaya çalışmak, aydınlanmaya veya özgürleşmeye ya da bencillikten kurtulmak için kanı kanla yıkamaya veya bir aynayı tuğla ile cilalamaya benzer. Chuang-tzu'nun dediği gibi, ‘Yumurtaya bakıyorsun ve ötmesini bekliyorsun.’” Alan Watts (Fragmanlar)

Meditatif Okuma


Böyle bir «okuma stili» var mı bilmiyorum ancak bu isim hoşuma gitti. Yeni bir bilgiyi öğrenir gibi değil, fakat zaten bildiğin bir şeyi «hatırlamaya» çalışır gibi okumak…


Örneğin bir yerde şöyle geçiyor kitapta; «sebeplerden sebepleri yaratana varılmaz!» Yani aslında şunu diyor; anlatılmaya çalışılan o her ne ise, «zihinle kavranmaz.» Çünkü zihin, sebepler yoluyla anlar, neden sonuç ilişkilerine bakar, Varlık’a dair daima bir başlangıç ve bir son düşünür vs. Ancak Varlık sebeplerden münezzehtir, kendisi «hem neden hem de sonuçtur» ancak nedenle de sonuçla da kayıtlı da değildir, «baş da son da odur» ancak ne başı vardır ne sonu… Yani aslında, «lojik» mantıktan, «paralojik» mantığa geçiş talep ediliyor. Mantıksız değil fakat başka türlü bir mantık diyelim… İşte bu bu kitabın temel gayesi de «başka türlü mantığı» zihinle kavramanın bir yolu olmadığını kavramak… "Aklı akılla bırakmak" mı diyorlar? Çünkü O’nu kavrayamayacağımızı anladığımızda oluşan hayret duygusunun tatmini, zihinle kavramanın verdiği tatminden kat be kat fazla…


O halde okumanın manası da değişiyor biraz; baştan sona lineer bir okuma değil, fakat her yazılanın bir mandala gibi aynı noktadan açıldığı, farklı bir tarzda ifade bulduğu ve ama aynı noktaya bağlandığı dairesel bir okuma…


“Hayret sahibi dairesel bir yolda yürür. Dairesel yolda yürüyüş bir merkezin çevresindedir ve ondan ayrılmaz. Doğrusal yolda yürüyen ise sapar, yöneldiği şeyin dışına çıkar; tahayyül ettiği şeyi arar, gayesi hayaline ulaşmaktır. Dolayısıyla -den ile -e (bir gaye-den başlamak ve bir gaye-ye varmak ve yönelmek) ve bu ikisinin arasında bulunan şeyler, bu yol sahibine ait durumlardır. Dairesel yolda yürüyenin ise ne bir başlangıcı vardır ne de varacağı bir son. Dolayısıyla -den onu bağlamaz ve -e onu etkisi altına alamaz. En tam varlık onundur, hikmet ve hakikatleri toplama özelliği ona verilmiştir.” İbnü’l Arabi Hz. (Fragmanlar)

Yani yine başa dönüyoruz aslında.


Bu dairesel hakikate, bu başsız sonsuz mekânsızlığa yol nerededir?


Peki ya bu kitaba neresinden başlamalıdır?


Cevap: hiçbir yerinden ve her yerinden…


Çünkü «her neredeysen, orasıdır giriş kapın…»


Emrah

Fragmanlar Tanıtım Yazısı

2024 Mayıs

42 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page