top of page

Kaçtığın için mi buradasın, kovaladığın için mi?

Güncelleme tarihi: 12 Mar 2021

Konfor alanı meselesi ile ilgili bir yazı bu.


Uzun yıllardır var olan, eskimeye yüz tutmuş bir kavram aslında «konfor alanından çıkmak»… Kişinin kendi potansiyelini tam olarak açığa çıkarması için zihinsel, duygusal ve davranışsal alışkanlıklarını kırması meselesi... Ne kadar derin ve önemli bir mesele olduğunu biliyoruz; hem organik kökenlerimiz bakımından (beyin, nöroplastisite vb.) hem bilişsel mekanizmalarımız bakımından (öğrenme, değişim, liderlik yaklaşımları vb.) hem de ruhsal deneyimlerimiz açısından…


Peki bu kavramı üzerine konuşulduğu kadar gerçek hayatlarımıza entegre ediyor muyuz? Veya örneğin, kurumsal hayatta iş süreçlerimize yediriyor muyuz bu bilgeliği; yani örneğin ilk akla gelen rotasyon, proje görevlendirme vb. pratiklerin dışında gelişim, performans yönetimi geribildirim, şirket içi iletişim hatta kültür, iş modeli tasarımı gibi alanlara…


Pek de değil gibi…


Belki şuradan başlamalı,

  • Konfor alanında çıkmayı tanımlamadan önce «konfor alanlarımızı» iyi tanımlamalı, çünkü bu her meşrep insan için farklılık arz ediyor...

  • Meşrep, mizaç, karakter ya da bize has tabiatımız, buna ne dersek diyelim, iç dünyamızı ve dolayısıyla dış dünyamızı şekillendiren bir takım zihinsel, duygusal ve davranışsal örüntülerimiz var ve bu bizim «alan» dediğimiz dışsal atmosferin içsel temeli aslında...

  • Bizim için konfor alanı başkası için rahatsızlık verici olabilir. Bizim için konfor alanımızın dışı bir başkası için onun son derece rahat hissettiği bir yer olabilir. Herkesi kendimiz gibi sanma hatasına düşmemeli...


Yani örneğin konfor alanından çıkmak demek;


  • Ateş unsuru baskın biri için durmayı bilmek, yapmak kadar olmayı deneyimlemek,

  • Su unsuru baskın biri için kendini daha çok ifade etmek, isteklerini söylemek, sınır çizebilmek,

  • Hava unsuru baskın biri için başlamak, yapmak, disiplinli bir şekilde bir fikri hayata geçirmek için pratik dünyaya inmek,

  • Toprak unsuru baskın biri için biraz hayal kurmak, esnemeyi bilmek, yeri geldiğinde detaycılığı ve yüksek standartları bırakabilmek demek olabilir.


O halde, iyi tanımalı mizacımızı ve farklı mizaçların farklı ihtiyaçlarını… Çünkü insan kendini kendiyle tamamen bilemiyor, zorlanıyor, kör noktaları var. Nasıl ki mum dibine ışık vermiyorsa, kendimiz dediğimiz yapı içerisinde -ki kişiliğin kendisi bilişsel açıdan bakınca bir tür konfor alanıdır- bize karanlık kalan bir tarafımız var. Kişinin inisiyatifine bırakıldığında oradan kendi rızası ile 'çıkması' öyle pek mümkün görünmüyor. Diğer yandan kendi rızası olmadan zorla çıkarılması da herhalde zorbalığa girer. O halde ne yapmalı?


Çocuklara şurup içeririz ya acı da olsa -gerçi artık eskisi gibi acı değil şuruplar-, onu içmek gerekir; şu an için zordur, ama yarın onu esas iyileştirecek de o şuruptur, bunu biliriz. Aynen öyle. Ama buradaki kritik sözcük şu «biliriz». İşe yarayacağını bilmek ve buna inanmak. Biz yetişkin olarak biliyoruz ve ilacı ona tatlı dille veya kandırarak da olsa içirebiliyoruz. Ama yetişkinlerin dünyasında bu nasıl olacak?


Özünde, kişi kendini bilmiyorsa, konfor alanından çıkmanın onun için özünde ne anlama geldiğini de bilemiyor aslında. Konu sırf kavram düzeyinde kalıyor. Oysa kişi bunun anlamını kendisi için içsel olarak keşfetmeli.


Örneğin;

  • Mükemmeliyetçi biri için, ona hayatın amacın yanlışsız olmak değil insan olmak olduğunu hatırlatmak ve kendine iyi davranmasını istemek,

  • Memnun edici, verici birinin başkaları için bir şey yapmadan önce kendi için bencil hissetmeden bir şeyler yapması gerektiğini hatırlatmak,

  • Rekabetçi, başarı odaklı, hırslı biri için, temposunu yavaşlatıp eğilip gülleri koklamasını istemek ve kendisini başarılı olmadığında da kabul edebilmesi istemek,

  • Ya da son derece uyumlu, çatışmadan kaçan barışçı birinin, olaylarda kendi tutumunu dile getirmesi ve gerekiyorsa öfkesini göstermesi konusunda teşvik etmek,

demek konfor dışı alanın içsel versiyonlarını keşfetmek demek.


Kim olduğunu bilmek, seni olduğun kişi yapan özelliklerin dışında, olmaktan korktuğun kişiyi de keşfetmek demektir. Bu keşfe bir kez çıkınca, bu korkunun aslında bizi «olmak zorunda olduğumuz» kişiliğin içine hapsettiğini görürüz. Rahata düşkün tarafımız bu hapsi istiyor gibi görünse de ve buna "ben" veya "kişiliğim" dese de, özümüzde bu hapsi istemeyiz - 'öz'gür olmak isteriz. İnsan özünü dinleyebildikçe bu hapishaneden «kaçmakta» daha usta hale gelir. Aynı zamanda paradoksal olarak en iyi 'polisler' de, en iyi 'kaçkınlardan' çıkar. Yani hapishanemizden kaçmakla kimliksiz, çırılçıplak ve etkisiz kalmayız, aksine bizim için "neyin doğru neyin yanlış" olduğunu daha iyi okuyup uygulayabildiğimiz bir tarafa geçeriz ve olduğumuz gibi oluruz.


Müslüm filmindeki güzel sahnede hocası Müslüm’e sorar;


Söyle bakalım Müslüm, kaçtığın için mi buradasın, kovaladığın için mi?

Sen söyle şimdi, kaçtığın için mi olduğun yerde, olduğun işte, olduğun kişilerlesin, yoksa kovaladığın için mi?


Dip Not:


İş yaşamında konfor alanı konusunu ele alırken meselenin sadece görünüşte dışsal değişikliklerden ibaret olmadığını, esasında içsel bir mevzuu olduğunu anımsatmaktı bu yazının amacı. Bu açıdan bakıldığında, birbirimizi bu anlamda tanımamızı sağlayan modelleri hayatımıza entegre etmek son derece iyi sonuçlar veriyor. Enneagram bu araçlardan belki de en etkilisi… Enneagram’la ilgili daha detaylı bilgi almak için bu blogdaki farklı yazılara da göz atabilirsiniz.



Emrah Akbalaban

Conscious Business Turkey

225 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ey İnsan!*

bottom of page