top of page

Minnet Eylemem

Giriş: Güce Dair Bir Yanılsama


Güç denildiğinde çoğumuzun aklına başkaları üzerinde söz sahibi olmak gelir: emirler vermek, kontrol etmek, hükmetmek. Oysa gerçek güç belki de tam ters yönde, içe doğru kurulan bir hâkimiyettedir. Kendi arzularına, öfkesine, korkularına tahakküm edemeyen bir kişi, dış dünyada ne kadar güçlü görünürse görünsün aslında zayıftır. Belki de gerçek güç, hiç kimsenin tahakkümüne girmeme kudreti değil, içimizdeki tahakküm kurma ihtiyacını aşma sabrıdır.

 

Gücün Gerçek Tanımı


Tasavvufta güç, nefsi terbiye etme yolculuğudur. Emmare olan nefis, bizi sürekli güce aç bir hale getirir; başkaları üzerinde tahakküm kurmak ister. Ancak nefis mutmainneye erdiğinde artık başkasına hükmetme arzusuna gerek kalmaz. Güç, bir hâkimiyet değil, bir teslimiyet hâline gelir — ister Rabbine de, ister hakikate, ister özüne.


Kadim şamanlara göre de gerçek gücün 2 önemli boyutu vardır;


1. Esas güç sizden alınamayacak bir şeydir.

Mallarınızı, özgürlüğünüzü, hatta beden sağlığınızı bile kaybedebilirsiniz. Ama siz izin vermediğiniz sürece, hiç kimse özsaygınızı, sahiciliğinizi, bilgeliğinizi, deneyimlerinizi, sevme yeteneğinizi, anlam duygunuzu ve insan kalma iradenizi sizden alamaz.


Aklıma hemen Victor Frankl’ın hikayesi geldi.


Psikiyatrist ve holokost mağduru Viktor Frankl, toplama kampındaki deneyimlerinden sonra şu cümleyi kurmuştu: “Benden her şeyimi aldılar, ama bir şeyi alamadılar: Olanlara nasıl yanıt vereceğimle ilgili özgürlüğümü.”


Frankl bu farkındalığı, kampta yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide bulur. İnsan, koşulların kurbanı olmaktan çıktığında, içsel gücünü yeniden keşfeder. Frankl'a göre bu güç, insanın en temel ve dokunulmaz özelliğidir: anlam verme ve tepkiyi seçme özgürlüğü.


Bu noktada gerçek güç, dışarıya değil içeriye dönüktür. Hiçbir otorite, hiçbir işkenceci, hiçbir tahakküm mekanizması insanın olaylara verdiği yanıtı tamamen ele geçiremez. Tepkilerini seçebilen insan, hâlâ özgürdür. Ve özgürlük varsa, güç vardır. Öyleyse, gücü dışarıda aramak, bizi içsel kaynaklarımızdan uzaklaştırır. Gerçek kudret, insanın içsel merkezinde, özüyle kurduğu bağda ve kendi varlığına verdiği anlamda gizlidir. Orada özsaygı, bilgelik, bütünlük ve Yaradan’dan üflenmiş nefes barınır.


2. Esas güç, hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde, hiçbir şeyin ve hiçkimsenin asla etkisi altında olmama yeteneğidir.

Gerçek güç, dış dünyadaki şartların değişkenliğine karşı, içsel sabitliğini koruyabilme yeteneğidir. Bu güç, sadece fiziksel ya da duygusal direnç değil; daha derin bir bilinç hâlidir: Ne olursa olsun, özüyle bağlantısını koparmayan insanın gücüdür.


“Hiçbir şeyin etkisi altında olmama” hali, dış dünyayı reddetmek değil, ona boyun eğmemektir. Bu bir başkaldırı değil, bir özgür duruştur. Teslimiyeti sadece Yaradan’a göstermek, diğer her türlü güç biçiminin karşısında bağımsız kalabilmek demektir.


Bu "etkilenmeme" hali, duygusuzluk değil; duygulara esir olmamaktır. Korkabilirsin, üzülürsün, öfkelenirsin… ama hiçbir duygu seni özü olmayan bir tepkiselliğe sürüklemez. İşte bu, gerçek özgürlüktür.


Hiçbir zaman: An geçmişte olsa da gelecekte olsa da, senin öz benliğini tanımlamasın. Hiçbir yerde: Koşullar, makamlar, çevreler seni şekillendirmesin. Hiçbir şekilde: Tehdit, övgü, reddedilme gibi formlar kim olduğunu belirlemesin. Hiçbir şeyin ve hiç kimsenin: Dışsal hiçbir varlık içsel yönünü ele geçirmesin.


Bu güç, Yaradan’ın insana verdiği en büyük lütuftur: Seçme, yön verme, anlam katma ve özgür kalma gücü. İnsan, bu gücü tanıdığında artık bir nesne değil, faildir. Kurban değil, yaratıcıdır.


Reaksiyon değil, cevaptır.


Esas güç budur: Kimliğini dışsal tahakkümlerle değil, içsel hakikatinle belirlemek.

Ve bu güç, seni asla terk etmez — yeter ki sen onunla kalmayı seç.


Özetle kişisel güç, kişinin benliği üzerindeki güçtür ve başkalarından istediğinizi elde etmeye yönelik manipülatif güçle ya da siyasi güçle hiçbir şekilde bağlantılı değildir.


Minnet Eylemem


Har içinde biten gonca güle minnet eylemem

Arabiyi, Farisiyi bilmem, dile minnet eylemem

Sırati müzre müstakim gözetirim rahimi

Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem


Bir acaip derde düştüm herkes gider karına

Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına

Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem


Ey Nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken

Yarın şefaatlerim Ahmed-i Muhtar iken

Cümlenin rızkını veren ol gani serdar iken

Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem


 Nesimi


Ya Şu Bizim Güç Sevdamız


Türkiye’de (ve genel olarak Doğu toplumlarında) gözlemlenen güç bağımlılığı ve güç odaklı yaşam biçimi bugün genel ekonomi politikten, işletme yönetime her sahada kendisini gösteriyor. Bu noktada Alman Filozof Nietzsche’ye başvurmak istiyorum, keza ortaya koyduğu kavramlar bizim için bazı şeyleri netleştirmede işe yarıyor.


Nietzsche'ye göre güç istenci (der Wille zur Macht), insanın en temel varoluş dürtüsüdür. Ancak bu güç, aslen bir yaratım, kendini aşma ve değer koyma iradesidir. Ne yazık ki birçok toplumda – ve Türkiye'de de yaygın şekilde – bu güç yaratıcı bir dönüşüm aracı olmaktan çıkıp, başkaları üzerinde tahakküm kurma arzusuna indirgenmiştir. Nietzsche, gücü sadece dışsal tahakküm ve baskı kurmak olarak gören anlayışı “zayıfların gücü” veya “köle ahlakı” bağlamında değerlendirir. Şöyle açabiliriz:


Efendi Ahlakı (Buna kendi terminolojimizde İnsan ahlakı da desek olur).


  • Hayatı, yaratımı, kendini aşmayı temel alır.

  • Güç, kendini gerçekleştirme aracı olarak görülür.

  • Kendi değerlerini yaratabilen bireyin ahlakıdır.

 

Köle Ahlakı (Buna da düşük ahlak diyelim).


  • Tepkisel, edilgen, korkuya ve kıskançlığa dayanır.

  • Gücü dışsallaştırır, başkalarını kontrol ederek anlam kazanmaya çalışır.

  • Bu ahlak türü, özünde zayıflıktan doğar: güçsüz olan, gücü yüceltir ama onu dışsallaştırır.

 

Nietzsche’ye göre çoğu toplumda olduğu gibi, Türkiye’de de bireyler kendi iç güçlerini yaratmak yerine, güçlü figürlere yönelerek kendilerini tanımlamaya çalışırlar. Makamla, rütbeyle, kalabalıkla güç sanılır. Birey öz-benliğini inşa etmeden güçlü görünmeye çalışır. Nietzsche buna “sürü ahlakı” der: düşünmeyen, yönlendirilen, tahakkümü içselleştiren bireyler topluluğu. Bu, aslında yaratıcı gücün inkarıdır. Türkiye'de otoriteye hayranlık, lider figürlerine bağlılık, statü göstergeleriyle kurulan sosyal hiyerarşiler gibi olgular, Nietzsche'nin deyimiyle bir tür köle psikolojisinin ürünüdür. Birey kendi değerini yaratmadıkça, başka birinin gölgesinde yaşamayı kabullenir. Bu, hakiki güç değil, korkunun maskesidir.

 

Stoacılık Bağlamında Güç: İçsel Egemenlik


Stoacılara göre güç, dış dünyayı kontrol etmek değil, iç dünyayı yönetmektir. Çünkü dış koşullar bizim elimizde değildir; elimizde olan tek şey, onlara verdiğimiz anlam ve verdiğimiz tepkilerdir. Bu da tam olarak Viktor Frankl’ın da değindiği, “olaylara verdiğimiz yanıtı seçme özgürlüğü”yle aynı noktadadır.


Epiktetos der ki:


“İnsanları rahatsız eden şeyler olaylar değil, olaylar hakkındaki düşünceleridir.”


Bu bağlamda stoacı bir tanım yapacak olursak:


Güç, kişinin kendi ruhsal bütünlüğünü dışsal olaylardan bağımsız olarak koruyabilmesidir.

Duyguların efendisi olmak, öfkeye teslim olmamak, acıya teslim olmamak, şöhretin ya da aşağılanmanın seni sarsamaması… İşte stoacı erdem budur;


“Hiçbir şeyin seni senden almaması.”


Bir stoacıya göre güç, tahakküm değil; öz-disiplin, sükûnet ve bilinçli eylem kapasitesidir. Bu yönüyle de tasavvufla derin bağları vardır. Stoacı "apatheia" hali (duygusal bağımsızlık), sufilerin "sükûn" haline çok benzer. (Miskin Yunus'taki miskin kavramı da sanıldığın aksine tembellik ile değil, sekine, sükun, sakinlik ile ilişkilidir).

 

Tasavvufi Bağlamda Güç: Varlık Bilinci


Tasavvuf düşüncesi, gücü çok daha derin, ontolojik ve ruhsal bir zemine taşır. Örneğin İbn Arabi Hz. nazarında güç, dışsal hâkimiyetten çok, “varlık bilinci” ve “hakikatin farkındalığı” ile ilgilidir. Bu bakış açısı, az önce vurguladığım “hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde başkasının tahakkümüne girmeme” haliyle örtüşür.


Hz. İbn Arabî’ye göre gerçek kudret, kulun Rabbine ait olan sıfatları bilmesi ve o sıfatları taşıma sorumluluğunu idrak etmesidir. İnsanın varlık âleminde taşıdığı en temel sıfatlardan biri de kudret sıfatıdır. Fakat bu kudret, başkasına hükmetmek için değil, kendi varoluşunu Hakk’a uygun biçimde gerçekleştirmek içindir.


Şöyle der; “Senin üzerindeki kudret, Hakk’ın sıfatıdır; sende tecelli edendir. Eğer sen bunu sahiplenirsen, zulme düşersin.”


Sen bu kudret yerine istediğin İlahi sıfatı koy…


İbn Arabî’ye göre kişi nefsini tanıdıkça, kendiliğinden soyunur ve Hakk’a teslim olur. İşte bu teslimiyet içinde ortaya çıkan “güç” hali, dışsal hiçbir şeyle bozulmaz. Çünkü artık kişi gücünü dışarıdan değil, içteki Vahid kaynaktan almaktadır. Bu hâl, onu hiçbir şeyin tahakkümüne sokmaz; çünkü o artık Hakk’ın hükmünde yaşar, halkın hükmünde değil.

  

Hermetik Öğreti Bağlamında Güç: İçsel İlahi Hakikatin Farkındalığı


Hermetik öğreti ise gücü, evrensel ilahi yasaları tanıma, onlarla uyum içinde yaşama ve “Kendini bilenin evreni bilmesi” ilkesiyle tanımlar.


Hermetik prensiplerin en temelinde şu anlayış yatar:


“Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır.” (As above, so below.)


Bu, insanın mikrokosmos olduğu; içinde evrenin bütün hakikatlerini taşıdığı anlamına gelir. Dolayısıyla gücün kaynağı dışarda değil, içsel ilahi özde bulunur.


Hermetik güç, şunları içerir:


  • Zihinsel hakimiyet: Düşünce enerjisini kullanmak.

  • Sebep-sonuç yasasına uyan bilinçli eylem: Karşılık değil, neden olmaktır.

  • Kendi titreşimini yönetebilmek: Duygularını ve niyetlerini arındırmak.

  • Zıtların birliğini kavramak: Karanlık ve aydınlığı birlikte idrak edebilmek.

 

Bu bakış açısından güç:

"İlahi yasalarla hizalanmış bir varlık haline gelmektir."


Ve bu da seni hiçbir şeye bağımlı kılmaz. Çünkü varoluşun özünü tanıyan kişi, hiçbir dünyevi etki altında kalmaz. O kişi yaratıcı gücüyle uyum içinde yaşar.


Not: Bu arada birçok kadim gelenekte ve özellikle İslam ezoterizminde, Hermes Trismegistus ile Hz. İdris (a.s.) özdeşleştirilir. Hermes Trismegistus “üç kere bilge Hermes” anlamına gelir. “Trismegistus” sıfatı, onun hem kral, hem bilge, hem de peygamber yönüne atıf yapar.

 

Ortak Payda: Güç, İçteki Kaynağı Tanımak


  • Stoacı için güç: Dış koşullara karşı içsel hâkimiyet.

  • Hermetik için güç: Evrensel yasalarla uyumlu, farkındalıklı varoluş.

  • İbn Arabî için güç: Kendi nefsini silip Hakk’la var olmak.

  • Nietzsche için güç: Kendi değerlerini yaratan bir irade olmak.

 

Bu dört yaklaşım da gerçek gücün dışa değil, içe ait olduğunu söyler. Güç, tahakküm değil hâkimiyettir. Ama bu hâkimiyet önce kendine, sonra tepki mekanizmalarına, sonra da anlama verdiğin enerjiye yöneliktir.

 

Gücü ifade Etmenin 4 Yolu


İnsanın dışsal tahakküm yerine özsel kudreti nasıl ortaya koyabileceğini gösteren 4 arketipten bahsetmek istiyorum; şifacı, sanatçı, savaşçı ve öğretmen/öğrenci…


Neden?


Çünkü hepimizin kendi has bir yolu var ve bu yolu tanımak kendi gücümüzle barışmak için oldukça önemli geliyor.

 

1. Şifacı: Gücün Merhametle Tezahürü


Şifacı arketipi, gücü başkalarının acısını duyumsama, onları iyileştirme ve dönüştürme kapasitesi olarak ifade eder. Bu arketip, duyarlılık, empati ve sezgisel bilgelik taşır.


  • Güç: “Yaraları bastırmak yerine yüzleştirerek iyileştirmekte”dir.

  • Gerçek şifacı, başkasını değil, önce kendisini iyileştirendir.

  • Bu arketipte güç, görünmezdir; ama derindir.

  • Sufiler bu hali "latif" olanın tecellisi olarak görür: Nazik ama kudretli.

 

Işıkta: Dönüştürücü bir varlık olmak, varlığıyla huzur ve iyileşme getirmek…

Gölgede: Aşırı kendini feda, kurban bilinci, sınır koyamamak ya da ruhsal kibir, dünyanın reddi…


2. Sanatçı: Gücün Yaratımla Tezahürü


Sanatçı arketipi, gücü ifade, güzellik ve yaratıcılıkla açığa çıkarır. Sanatçının gücü, dünyayı dönüştürmek değil, dünyaya bakışı dönüştürmek kapasitesindedir.


  • Güç “varoluşu özgünlükle yorumlamada”dır.

  • Sanatçı sadece resim yapan ya da şiir yazan kişi değildir — hayatı sanatla yaşayan herkestir.

  • Güç, burada ifadeye cesaret katmak etmektir, yani kendi sesini bulmak, onu korkusuzca dile getirmek…

 

Işıkta: İlahi olanla temas kuran bir kanal gibi, varlığıyla anlam sunmak...

Gölgede: Kendine acıma, sorumsuzluk, onay bağımlılığı veya narsizm ya da ilhama tutsak olmak…


3. Savaşçı: Gücün Harekete Geçme Biçimi


Savaşçı arketipi, eylem, sınır koyma, mücadele ve adanmışlık yoluyla gücü ifade eder. Burada kast edilen saldırganlık değil; bilinçli, amaçlı, kararlı hareket gücüdür.


  • Güç: “Korkuya rağmen ilerlemede, adalet için ayağa kalkmada”dır.

  • Hakikate hizmet eden bir savaşçı, sadece kendi için değil, bütün için savaşır.

  • Sufi gelenekte bu “cihad-ı ekber”dir: Nefse karşı verilen mücadele.

 

Işıkta: Cesaret, netlik, kararlılık. Gücünü sevgiyle bütünleştirmek…

Gölgede: Kontrol arzusu, öfke, zorlama veya ölüm korkusu, atalet…


4. Bilgeliği Özümseyen: Hayatın Öğrencisi & Öğretmeni


Bu arketip, gücün bilinçle, idrakle ve tevazu ile yaşanmasını temsil eder. Hem öğrencidir hem öğretmen. Bilgiyi sadece biriktirmez; onu sindirir, yaşar, aktarır.


  • Güç: “Bilmekte değil, bilgiyi özü haline getirmekte”dir.

  • Bu arketip, nefsini bilenin Rabbini bildiğini idrak eder.

  • Öğretir ama dayatmaz; sorar ama cevabı dayatmaz.

  • Hakikati sadece kitaplarda değil, hayatın kendisinde arar.

 

Işıkta: Derin alçakgönüllülük ve hakikate hizmet etme hali…

Gölgede: Kibir, ukalalık, soyut bilgiye kaçış, dogma veya yargılama…


Bu arketipler sadece soyut psikolojik figürler değil; hayatın içinde yaşayan, zaman zaman birinin, zaman zaman diğerinin ağır bastığı yaşayan güç yollarıdır.

 

Esas Gücün Yok Olduğu 7 Egosal Tavır


Peki bu gücü nasıl yitiriyoruz? Nasıl kendimizden vazgeçip bilmediğimiz enerjilerin örtük tahakkümü altına girebiliyoruz?


1. Bağlılıklarımız


Görünüşte sevgiyle beslenen ama aslında korkuyla tutunduğumuz her bağ, bizi güçsüzleştirebilir.


  • "Onsuz yapamam", "O olmadan ben kimim?" gibi düşünceler, öz benliği dış bir şeye bağlamaktır.

  • Bağ, farkındalıkla kurulduğunda güçlendirir; ama bağımlı hale geldiğinde gücü dışa devreder.

 

Sufi öğreti: Gerçek bağ, Hakk’adır. Diğer her şey geçici emanet…

 

2. Bağımlılıklarımız


Yalnızca madde bağımlılığı değil burada söz konusu olan — alışkanlıklarımız, konfor alanlarımız, hatta acıya bile olan bağımlılıklar…


  • Bağımlı olduğumuz her şey, bize nefsin zinciriyle bağlıdır.

  • Duygusal bağımlılık, ekran bağımlılığı, alışveriş, başarı takıntısı... hepsi gücün içeriden dışa kaçışıdır.

 

Hermetik öğreti: Gerçek güç, zihnini yönetebilen kişidedir...

 

3. Yargılarımız


İnsanları, olayları ve en çok da kendimizi yargılamak… Bu, gücün zihin tarafından parçalanmasıdır.


  • Yargı, bilincin daralmasıdır.

  • Kendini ve başkasını yargıladıkça, kalp kapanır. Kalp kapandığında ise güç kaynağımızla temas kesilir.

 

Stoacı öğreti: Olayları oldukları gibi kabul et. Yorum, gerçekte seni senden çalar...

 

4. Karşılaştırmalarımız


Başkalarıyla kendimizi sürekli kıyaslamak, öz değerimizi dış referansa bağlamak demektir.


  • Bu da içsel gücü dışa ipotek etmektir.

  • “Ben ondan daha azım” ya da “daha iyiyim” dediğin anda, gücün benliğin değil egonun ellerindedir.

 

İbn Arabî Hz.: Her varlık, kendi mazharında Allah’ı gösterir. Kıyas, hakikati bozar.

 

5. Beklentilerimiz


Bir şeyin mutlaka olmasını istemek, kontrol arzusu demektir. Olmazsa kırılır, gücenir, içimize kapanırız.


  • Beklenti arttıkça özgürlük azalır.

  • Güç, “şartlar ne olursa olsun içsel yönümü koruyabiliyorum” demektir.

 

Hz. Mevlâna: “Sen sabret; çünkü ne zaman ne geleceğini bilemezsin. O bilir.”

 

6. Kurban rolümüz / Kendimize acımamız


Kurban rolü, en sinsi güç kaybıdır. Çünkü burada güç dışarıda bir “fail”de görülür: sistem, anne, patron, kader...


  • Kurban bilinci, eylemi, sorumluluğu ve iradeyi bırakmaktır.

  • Kişi kendine acıdıkça, kendi içinde yapabileceği şeyi bile başkasından bekler.

 

Nietzsche: “İnsan kendi acısıyla sarhoş olur; acıdan değil, acıya anlam verememekten çöker.”

 

7. Kibir ve Kendini Önemseme


Bu, gücün sahte suretiyle özdeşleşmektir.


  • Ego, içsel boşluğu "ben özelim, üstünüm" duygusuyla doldurmaya çalışır.

  • Ama gerçek güç sessizdir. Görünmek istemez. Çünkü kendini bilir.

  • Kibir, zayıf bir benliğin abartılı zırhıdır. Ve o zırh, kişiyi hakikatten uzaklaştırır.

 

İbn Arabî: “En büyük perde, varlık zanlıdır. En derin tevazu, Hakk’ın huzurunda ‘ben yokum’ diyebilmektir.”

 

SONUÇ: Güç, Geri Alınabilir


Bu yedi başlık, gücümüzü nasıl kaybettiğimizin haritasıysa, aynı zamanda onları fark etmek de gücü geri almanın ilk adımıdır. Güç, asla tamamen kaybolmaz. Yalnızca üstü örtülür. Gölgelere hapsedilir. Farkındalıkla bakıldığında, her bir bağ, bağımlılık ya da yargı — bir dönüşüm kapısı olabilir.

 

Son Söz:


“Önemli olan; ne bitkiler gibi terlemek, ne sığırlar gibi solumak, ne duyusal izlenimler almak, ne içgüdülerimiz tarafından çevrilmek, ne sürü halinde yaşamak ne de beslenmektir — bu sonuncusu, besin artıklarından kurtulmamızı sağlayan süreç benzer. Öyleyse, neyin önemi vardır? İnsanların bizi alkış yağmuruna tutmalarının mı? Kesinlikle hayır; dil şaklamaları da değil, kalabalığın övgüsü dil şaklamasından başka bir şey olmadığına göre. Öyleyse bu azıcık ünü de yadsıdın mı şimdi? O zaman önemli olan ne kalıyor geriye? Kanımca, insanın davranış ve tutumlarının kendi özel yapısına uyması (çünkü felsefenin ve sanatların yöneldiği amaçtır bu: Yapılan şeyin, üretildiği amaca uygun olması. Bu, örneğin, bağ zanaatçısı, at eğiticisinin yahut köpek yetiştiricisinin amacıdır.) Peki, ya çocukların öğretimi ve eğitimi, hangi amaca yöneliktir bunlar? Önemli olan budur işte, bunda başarılı olursak hiçbir şey için kaygılanmamıza gerek kalmaz. Ama birçok şeylere değer vermekten vazgeçemezsen, ne özgür, ne bağımsız, ne tutkuların erişemeyeceği bir yerde olursun; kaçınılmaz olarak, haset, kıskanç, kuşkulu olursun, seni istediğin şeylerden yoksun bırakabilecek kimselerden kuşku duyar, değer verdiğin şeye sahip olanlara tuzak kurarsın. Sonuç olarak bu şeylerden birinden yoksun olmak, kaçınılmaz olarak tatminsizlik nedeni olmanın da ötesinde, Tanrılara karşı bile sürekli yakınma nedeni olacaktır.


Tersine, kendi anlayışına duyduğun saygı ve ona verdiğin değer seni kendinden memnun bir insan yapacaktır. Toplumsal yaşama uyum sağlamış, tanrılarla kusursuz bir uyum içinde, yani onların senin için belirledikleri yazgıyı ne olursa olsun seve seve kabul etmeye hazır bir insan.”


Marcus Aurelius, Yıldızların Örtüsü Yoktur

 

1 Mayıs 2025 kutlu olsun. 


Emrah Akbalaban

Conscious Business Turkey

 
 
 

Comentarios


© 2024 by Conscious Business.

  • Black Instagram Icon
bottom of page